31 Aralık 2010 Cuma

26 Aralık 2010 Pazar

O kadar çok şey kaldı ki içimde söyleyemediğim yada söylemediğim.Zerre kadar pişmanlık yok içimde,yaşananlardan,yaşanmak zorunda olanlardan ve sonundan."Bu yazıyı yazmak bile,hala koyduğunun göstergesidir" diyebilir okuyanlar ama,beni tanıyanlar biliyor esas neyin koyduğunu.

Hayatımın hiçbir döneminde kendimden çok kimseye güvenmedim.Hala da güvenmem.Ama insanları tanıyabilen bir adam olduğumu sanırdım,o da değil mişim.Kimse göründüğü yada söylediği gibi değil.Kullanıldığını bilmek ise en kötüsü.Çaresiz kalabilir insan bu hayatta,çaresizlikten herşeyi de yapabilir.Bir noktaya kadar herşey mazur görülebilir.Ama bazı şeyler vardır ki,insanın karakterini,haysiyetini,hayat görüşünü ve ideallerini etkilememesi gereken.

Onu da gördüm en sonunda.
O kadar zaman dinlediğim herşeyin saçmalıktan ibaret olduğunu,kendimi boş yere üzdüğümü,hiçkimsenin benden daha değerli olmadığını gördüğüm zaman da içime su serpildi,huzur doldum.İç hesaplaşma ve öz eleştirimi de kısa sürede tamamlayıp,kendime beraat kararı çıkardığıma da sevindim.
Asla kendi ayakların üzerinde duramayacağın gerçeğini,her zaman yanındaki yada arkandaki insanlardan nemalanarak,bütün bunları kendi seçiminmiş gibi görmeye ve göstermeye devam edeceksin.Kendini hep diğer insanlardan üstün,gerisini hakir göreceksin.İstediklerin olduğunda melek olacak,olmadığında çirkinleşeceksin.Yani dün neysen,yarın da o olacaksın.

25 Aralık 2010 Cumartesi

19 Aralık 2010 Pazar

Miss Freckles & Adorable Smile..!


İzleyicilerden Yana Dertliyim..!

Uzun zamandan beri blogu izleyenlerin sayısında ne bir artma,ne de bir azalma var.
Takılıp kaldı "31" de.Bu sebeple üstümde bir cenabetlik yapıştı kaldı.
Haykırışımı duyan bir insan evladı varsa,ya sevabına izlemeye başlasın blogu,yada yalandan izleyen varsa,izlemeyi durdursun allah rızası için :)

Hatta,kumanda panelinde "İzlediğim Bloglar" kısmından bir blogu nasıl delete edebileceğimi bilen varsa,o da yardımıma koşsun.Zira "yardım" kısmında yazan,"yönet seçeneğinin ardından,blog bilgilerinin yanında yer alan çöp kutusuna tıklayarak,blogu izlemeyi durdurabilirsiniz" ibaresi bir işe yaramıyor.Bahsi geçen çöp kutusu bir türlü kendini göstermiyor.

18 Aralık 2010 Cumartesi

Ejderin Mağarası..!

Ne zaman denk gelsem mutlaka seyrediyorum,hem BBC,hem de yerli versiyonunu.İlginç fikirlere sahip,değişik alanlarda yatırım yapmayı kafasına koymuş insanlar gelip,inanılmaz zengin ve kariyerli ejderlerden ortaklık karşılığında yatırım desteği istiyorlar.BBC versiyonu oldukça harsh,bazen ejderler katılımcıyı aşağılamaya kadar gidebiliyorlar,tabi bazen de katılımcılar hakediyor bunu ama herhalde bir ön elemeden geçenler kalabiliyor sunum kısmına.Araya birkaç tane de mantar yerleştirdikleri kesin rating amacıyla.
Bizimkiler biraz pinti midir nedir,kimseye kolay kolay ortaklık teklifinde bulunmuyorlar.Bulunduklarında ise ya birkaçı birlikte teklif getiriyor yada ortaklık talepleri devasa boyutlarda oluyor.Şirketinin 25% i için 200.000 TL isteyen adama,70% karşılığı veriyorlar parayı.
En sonunda sinirlendim,girdim programın internet sitesine,kimmiş bu insanlar,ne yapmışlar da bu kadar zengin olmuşlar,bu kadar götleri kalkmış,burunlarından kıl aldırmaz hale gelmişler diye.
Açık konuşmam lazım.GÖT oldum..!
Acayip adamlarmış bunlar.Okumadıkları okul,girmedikleri sektör,kazanmadıkları ödül ve para kalmamış.Haklılarmış yani ne söyleseler.
Saygılar..!

30 Kasım 2010 Salı

Bir Erkek,Boşandığına Ne Zaman Sevinir..?

Bu postun yayınlanmasına katkıda bulunan arkadaşlarıma,zamana,Marlboro Red'e ve Yeni Rakı'ya teşekkürü bir borç bilirim.

1.Haftasonu oynanacak maçlar için heyecanlanmaya perşembe gününden başladığı zaman.
2.Tuvalette sigara içebildiği,parfüm sürebildiği zaman.
3.Her akşam rahat rahat ve istediği kadar içebildiği zaman.
4.Yalnız uyumanın ne kadar büyük bir nimet olduğunu hatırladığı ve yorganın sadece ona ait olduğu zaman.
5.Başka kadınlarla,vicdan azabı çekmeden yatabildiği zaman.
6.Evlilik dönemi altına girdiği borçları ödeyip bitirdiği zaman.
7.Akşamları eve geldiğinde laf anlatmak ve laf dinlemek zorunda kalmadığı,sadece sessizce oturup kafa dinlemeye ihtiyacı olduğunda bunu yapacak imkanı olduğu zaman.
8.Evin yatak odası ve salon dışında kalan odalarını kafasına göre dekore edip,belirli amaçlar uğruna kullanmaya başladığı zaman.
9.Tüm bağlarını kopardığı zaman.
10.Evliyken bile görüştüğü,hatta öküzlüklerini anlatıp dert yandığı,eski sevgilisiyle tekrar birlikte olduğunu öğrendiği zaman.

27 Kasım 2010 Cumartesi

Yeni Oyuncağım..!

Teknolojik ve elektronik aletlere karşı bu kadar meraklıyken,bana en zor gelen şey cep telefonumu değiştirmekti.Çünkü o kadar hızlı ilerliyor ki bu sektör,yakalayabilene aşkolsun.
Ben mutluydum işimi gören,sade ve basit telefonumla ama zamana yenik düşen Sony-Ericsson beni yarı yolda bırakınca,değiştirmek farz oldu.

İyi de bu makineyi çözmek ne kadar zormuş.İçinden bir kullanım kılavuzu çıktı ki,mutlaka daha önce blackberry kullanmış olan anlar anca.Sade ve basit.Benim gibilere birşey vermiyor bu kılavuz.Ben de internetten indirdim detaylı versiyonu,dalıcam içine satır satır,sayfa sayfa öğrenmeye çalışıcam.Yoksa olacak gibi değil.Daha arama cevaplamayı ve birini aramayı dün öğrendim.Allah sonumu hayır etsin.
Amiiiiinnn..! 

http://tr.blackberry.com/devices/blackberrytorch/

21 Kasım 2010 Pazar

Ben Kullanmayalı,Toplu Taşıma Çok Değişmiş..!

Toplu taşıma araçlarından oldum olası nefret etmişimdir.Ama vapur ve tünel ikilisinin gönlümdeki yeri ayrıdır.Kadıköy'den Beşiktaş'a yada Karaköy'e vapurla geçmek,denize yakın olmak,boğazın o tatlı rüzgarlarını yemek,beni dinlendirir,sakinleştirir.

Dün akşam Asmalımescit'e gitmek için yine aynı güzergahı izledim.Vapur iskelesindeki insanlı jeton satış noktalarını iptal etmişler.Onların yerine jetonmatik diye bir makine koymuşlar.Internet'ten şöyle bir bakınca,bu makinenin oldukça uzun zamandan beri metroda falan da kullanıldığını gördüm.Oldukça geri kalmışım yani toplu taşımadan.

Neyse,köyden yeni gelmiş gibi geçtim makinenin karşısına,neresine basılacak,neresinden para sokulacak onu arıyorum.Hiçbirşeyin üzerinde yazan kullanım talimatını okumak gibi bir huyum da yoktur.İlla deneme yanılma yöntemiyle kendim çözeceğim.Buldum para sokma yerini ve 20 TL yi iteleyip "1 jeton" ibaresini seçince,slot makinesi gibi şakır şakır paralar dökülmeye başladı makinenin altından.Meğer bu şerefsiz,bütün paraların üstünü bozuk veriyormuş.20 TL üstünü bozukluk olarak alınca elimde 3 kilo 250 gram metal birikti bir anda.Hemen arkadaki büfeye döndüm ve büfeciyle gözgöze geldik.Belli ki aynı şey günde belki 100 kere yaşanıyor ve adam da bu durumdan baymış.Yavru kedi gibi bakınca dayanamadı bütünledi paramı.Gördüğüm üzere adamın çekmecesinde 2-3 parça kağıt para vardı.Gerisi paso bozukluk.Dedim ki "Sen bu para bütünleme işinden komisyon alsan,tost satışından fazla bırakır" . "Doğru diyorsun" dedi.

Ardından,İstanbul'un en eski ulaşım aracı olan tünele geldim.Eski minicik jetonlar kalkmış tedavülden,onun yerine manyetik okuyuculu tek geçişlik kartlar satıyorlar.Hem de belki de dünyanın en kısa mesafeli toplu taşıma hizmeti için 2,5 TL para alıyorlar.Yuh artık ya.Yüz metrelik yolculuk için 2,5 TL.Taksi 2,5 TL'den açılıyor ve her yüz metrede bir 0,14 TL atıyor.Yani taksiyle gidildiğinde 2,64 TL'ye gelecek mesafe,toplu taşıma aracında 2,5 TL'ye geliyor.Harbi yuh.
(Bu arada taksilere de zam gelecekmiş,yüz metrede 0,14 TL atan taksimetre,zamdan sonra 0,155 TL atacakmış-zam oranı 10% -Taksiyle bir yerlere gidecekseniz şimdiden gidin zamlanmadan)

Geldik mi İstiklal'e.Yılların emektarı tramvay kalkmak üzere.Arap turistlerin çocukları asılmaya çalışıyor tramvayın arkasına.Arap yarımadasının çocuğunda nasıl bir içgüdü varsa artık anlamak mümkün değil.
Tramvay kalabalığı yara yara gitmek isterken,yoğun bir grup kesti önünü.Kornaya (zile) basıyor ama kalabalığın açılmaya hiç niyeti yok.İki tane üstü çıplak dallama,polis müdahale edene kadar ateşle dans yapmaya devam etti yolun kenarında.Sonunda tramvay yoluna devam edebildi.Bir baktım arap tramvayın arkasına asılmış gidiyor harbiden.Babası da hemen yanından hızlı hızlı onu takip ediyor.Sonra gazetede haber.Arap turistlerin 6 yaşındaki oğlu tramvayın altında kalarak can verdi.Bizimkiler gibi tecrübeli değil ki.Olur olur.

19 Kasım 2010 Cuma

Orta Karar Lokantada,5 Yıldızlı Hizmet Almanın Yolları..!

Blogger'ın notu:
Biraz sonra okuyacağınız yazıda bahsedilen,"beş yıldızlı hizmet almanın yolları",ağırlıklı olarak orta karar lokanta ve meyhanelerin bulunduğu,Nevizade,Asmalımescit,Galata,Kumkapı gibi lokasyonlarda,birçok farklı mekanda ve yıllar süren çalışmaların sonunda ortaya çıkmıştır.Hepsi denenmiş,verim alınmış ve etkisi kanıtlanmıştır.
Araya serpiştirilmiş "Altın Kural" lar sadece tavsiye amaçlıdır ama onların da etkileri garantilidir.

Altın Kural 1.
Asla ama asla,yanında ilk defa çıktığınız bir kadın varken,bilmediğiniz bir lokantaya gitmeyin,macera aramayın.

Hafta içi dahi olsa mutlaka rezervasyon yaptırın.Hafta sonu için gidecekseniz,bu gibi mekanlar dolup taştığı için rezervasyonunuzu 48 saat kala yaptırmakta fayda var.Daha erken yapılan rezervasyonlar karışıklığa,daha geç yapılanlar ise,ya dandik masaya kalmanıza,yada hiç yer bulamamanıza sebep olacaktır.
Telefonda rezervasyonunuzu alan adamın adını mutlaka öğrenin ve konuşma sırasında adıyla hitap edin.Hatırını sorun."Her zamanki masa" gibi ifadeler kullanın.Öyle birşey olmamış olsa dahi,"Geçen seferki gibi olmasın,beni misafirlerime mahçup etme" gibi cümleler kullanmanız,mekanda karşılandığınızda ekstra giriş hürmeti görmenizi sağlayacaktır.

Masaya oturduğunuzda,içecek siparişi almak için garsona soracağınız ilk soru,"Balığın taze mi?" olsun.Bu soru,garsonun gözünde,söğüşlenecek müşteri olmadığınızı anlamasını sağlayacaktır.Rakıyı karafakide değil,şişede isteyin.Böylece milletin şişesinde artan rakıları içmekten de kurtulmuş olursunuz.

Altın Kural 2.
Rakı servisini kendiniz yapın.İlk randevuda kendisine hizmet edilen kadın,bu durumdan hoşlanacaktır.Tabi rakısını,kendinize koyduğunuz kadar koyun,çarpar zihniyetiyle az koymaktan kaçının.O da bu durumda,garsona diyeceği "Tamam yeterli" gibi bir ifade kullanamayacak ve muhtemelen ikinci dubleden sonra,mantıklı düşünme yetisini kaybedecektir.Esas amaç da bu değil midir?

Sipariş ettiğiniz mezelerin arasında mutlaka fava olsun.Ama güzel dahi olsa,ucundan bir parça aldıktan sonra geri gönderin.Masada memnun kalmayarak geri gönderdiğiniz bir yemek,size bunu takip edecek siparişlerinizde daha kallavi porsiyonlar ve daha ihtimamlı servis olarak geri dönecektir.Aynı zamanda bir sonraki gelişinizde,garsonun size daha başından kısık sesle,"Puffy bey, ..........'ı size tavsiye etmiyorum" gibi bir cümle kurmasını sağlayacak,bu da eskaza taze olmayan şeyleri yemekten sizi kurtaracaktır.

Aynı mekana,kalabalık bir grupla gideceğiniz zaman,organizasyonu kendiniz yapın.İnsanları da,mekanı da kendiniz ayarlayın.Kalabalık bir grupla gideceğiniz ve dört haneli hesap bırakacağınız mekan,sizi baştacı yapar.O gece mekana gelen kalabalık topluluğun her biri garsona rezervasyon için adınızı verdiğinde,isminiz hafızalara biraz daha kazınır ve daha küçük gruplar halinde gittiğinizde bile bu sizi uzun süre idar eder.Bir iki hafta gözükmediğiniz mekandan "Puffy bey merhaba,gözükmüyorsunuz ne zamandır,geçen seferki hizmetimizden memnun kalmadınız mı?" şeklinde bir telefon bile alabilirsiniz.Benzer telefonlar aldığımı söylememe gerek yok sanırım.

Kalabalık grup organizasyonu yapmanın nimetleri olduğu kadar,eziyetleri de vardır.Bu da hesabı sizin toparlamak zorunda olmanızdır.Mümkün olduğunca herkesi fix menüye bağlamaya çalışın.Ve fix menücülerin hesaplarını ilk kadehler içilirken toplayıp kasaya iletin.Fix menüden imtina etmek isteyenler zaten mekana ilerleyen saatlerde intikal edecektir.
Bunun gibi durumlarda yapılması gereken,garsonu önceden uyarmak ve adisyoncuların hesabını,mekandan ayrılırlarken kuruşu kuruşuna tedarik etmesini sağlamak olacaktır.Onlar zaten bahşiş ritüelinden kurtulmuş şanslı insanlardır,daha fazla kayırılmaya ihtiyaçları yoktur.Bahşişleri toplamak için ise gecenin sonunu bekleyin.Sarhoş eller cebe daha rahat gidecektir ve garson mutlu bir şekilde yüklü bahşişi cebine koyarken,siz de bir sonraki ziyaretlerin hürmetini cebinize şimdiden koymuş olursunuz.

Altın Kural 3.
Asla çalgıcıyla gözgöze gelme.Özellikle de klarnetçiyle.Klarnet hareket kabiliyeti en yüksek müzik aletidir ve yerine göre gözünüze,yerine göre de kulağınıza kaçabilir.

18 Kasım 2010 Perşembe

Son Dönem Zevklerim..!

  • Sabahları erken kalkıp,akşamları erken yatmak.
  • Evde,arabada,ofiste,uyurken,okurken,yerken,içerken FG dinlemek.
  • Boardwalk Empire,The Walking Dead,How Not To Live Your Life izlemek.
  • Pes 2011'de stadyum inşa etmek.
  • Galatasaray'lı yöneticilerin son çırpınışlarını izlemek,yorumcuların ve spor adamlarının,krizden çıkış yolu önerilerini dinlemek.
  • Camel White ve Backwoods tüttürmek.
  • Uğurkan'da kuaför ve maniküre gitmek,ardından solarium'a girmek.
  • Ken Grimwood'un Sil Baştan'ını okumak.
  • Çamlıca Bambi'de menemen ve çift kaşarlı tostla kahvaltı yapmak,açık havada,çay eşliğinde Hürriyet okumak.
  • Uzun zamandır seyretmediğim güzel filmleri indirip,arşivlemek.
  • Sitenin bahçesinde tempolu ama kısa yürüyüşler yapmak.
  • Öğlen saatlerinde,vapurla karşıya geçip,Asmalımescit'te gündüz birası içmek.

17 Kasım 2010 Çarşamba

Yıllar Önce Kurtulduğumu Sandığım Amansız Hastalığım Nüksetti..!

Hastalığın ilk belirtileri,ortaokul çağlarında kendini göstermeye başlamıştı.Yemiyor,içmiyor,babamın verdiği bütün harçlıkları biriktirip,parfüme yatırıyordum.Üstelik o dönemlerde henüz kullandığım ve bana yakıştığına inandığım bir marka yada parfümde karar kılamadığım için,rafta şişesi hoşuma giden ne varsa,toplayıp eve getiriyor,masama diziyordum.Hatırlarım o dönemde en revaçta olan parfümler Kenzo,Cacharel,Miniature,L'eau D'issey falan dı.

Taa o zamanlardan,yaklaşık 2 sene öncesine kadarki zamanı,bu amansız hastalığın pençesinde geçirdikten sonra,kendime yakışan,kalıcılığından ve güzelliğinden emin olduğum,son 2 yılımı birlikte geçirdiğim(tek parfümlü dönem),Paco Rabanne Black XS'le dostluğum dün sabah itibari ile sona erdi.Rüyamda strawberry.net 'te alışveriş yaparken gördüm kendimi geçen gece.Ve dün sabah gözümü açtığımda aklımda sadece iki isim vardı.Sevil ve Tekin Acar.

Nasıl ki kadınlar regl olduklarında tatlıya doğru önlenemez bir güdümle saldırırlar,aynen o durumdaydım.Hızlı bir şekilde kendimi parfümlerle dolu bir dükkanın rafları arasında kaybetmem lazımdı.Şansımı önce Nautilus'ta,ardından da Capitol'de denedim ama bayram sebebiyle ikisi de saat 14:00'e kadar kapalıymış.Derin bir nefes aldım,biraz sakinledim ve saatin 14:00 olması için beklemeye başladım.

Ama olmadı.Bekleyemedim ve caddeye gittim.Önce Tekin Acar ardından da Sevil'e girdikten sonra,tezgahtar kızların daha güzel olduğuna inandığım Boyner'in kozmetik reyonuna attım kendimi.(İyi ki de öyle yapmışım.Buradan benim gibi manyak bir müşteriyle sabırla ilgilenen Meltem'e sevgilerimi ve o güzel gözlerine olan hayranlığımı belirtmek isterim)

Son olarak,aramıza yeni katılan arkadaşları selamlar ve kendime acil şifalar dilerim,nitekim aklım JPG Le Male Terrible'de kaldı.Bugün yarın gidip onu da alabilirim.

15 Kasım 2010 Pazartesi

Women I Respect..! (Vol.I)

Sophie Ellis Bextor

İstanbul'a Misket Bombası Saldırısı..!

Küresel ısınmaydı,değişen mevsimlerdi,eriyen buzullardı falan derken,Kasım'ın 14'ünde açık havada t-shirt'le kahvaltı edebilir olduk.Bir dönem ortaya atılan bir iddia,küresel ısınmanınen büyük sebebi olarak atmosferdeki serbest salınımlı (yada dolanımlıydı hatırlamıyorum tam) gaz miktarının artmasını işaret ediyordu.Bu gazların da büyük bir kısmının küçük ve büyükbaş hayvan "osuruğu" olduğunu açıklamıştı bilim adamları.
Kurban bayramı arifesindeki İstanbul'un her köşesinde kurbanlık hayvan pazarları kurulunca,il sınırları içerisinde "osuran hayvan" sayısı da arttı.Ortalığa kesif bir dışkı kokusu yayıldı ve şehrin üstünde kalın ve yoğun bir osuruk sisi oluşturdu.
Bir de üstüne misket bombası saldırısı gelince,ortalık iyice karıştı.Nitekim misket bombası bilenin aksine silah sanayi mamülü değil,bildiğimiz koç,koyun,keçi bokudur.Bu da böyle biline..!

6 Kasım 2010 Cumartesi

Wedding Cryer..!

Bundan yıllar evveldi.O dönem birlikte ve aynı zamanda aşık olduğum kadınla evlenebilme ihtimalim üstüne düşünmeye başlamıştım.Hayatımda ilk defa bir kadına karşı böyle bir bağlılık üzerine düşünüyordum.Hem şaşırıyordum kendime ama bir yandan da hoşuma gidiyordu,çünkü benim için yeni bir his,yeni bir istek ve yeni bir düşünceydi.Ama tabi hayatın kuralı,ben o düşüncelere daldıktan kısa bir süre sonra o ilişki bitti.Hem de tam başladığı gibi bitti.Ama ben şimdi burada o süreci anlatmayacağım.

Biz ayrıldıktan,bir süre melankoli,üzüntü ve çöküntü benzeri şeyler yaşadıktan sonra ilk katıldığım düğünde,ki bu kuzenim düğünü oluyor,kendimden hiç beklenmeyecek şekilde ağladım hüngür şakır.Normalde ailenin en duygusuz,en gamsız ve bu gibi konularda sert ve dirençli elemanı olarak anılsam da,o gün "Mr.Sympathy" seçilmiştim.

Birkaç ay sonra,çok yakın bir arkadaşımın düğününe katılmam icap etti,aynı zamanda karısı da arkadaşım ama.Vay bana,vaylar bana,o düğünde de ağladım.Ulan hadi kuzeninin düğününde ağladın,aile mensupları var etrafta.Arkadaşının düğününde ağlayınca bir garip oluyor."Bu herif kesin kıza aşıktı,yıllarca içine attı,şimdi patladı" demiştir kesin birileri.

Sonra yine yıllar geçti.Bu sefer evlenen ben oldum.Allahtan kendi düğünümde ağlamadım :)
O gece gelin çiçeğini tutan sevgili Görkem,iki kere kendi nişanını ertelemek zorunda kaldı.Hem de yakın akrabalarının ölümü sebebiyle.Ne zaman ki ben ona "Tamam çiçeği tuttun,evleneceğin adamı da buldun.At artık o çiçeği de üzerindeki uğursuzluktan kurtul". dedim.Bir süre direndi ama,çiçeğin uğursuzluğuna inanması için o kadar sağlam kanıtlarım vardı ki elimde,en sonunda ikna oldu.Ardından da iki kere ertelenen nişan gerçekleşti.
Ve Görkem bu akşam Gürkan'la evleniyor.Ben de bu akşam onların yanında olacağım.Şimdiden mutluluklar diliyorum ve ben de artık gözyaşsız düğünler serisine başlayacağım için seviniyorum...

31 Ekim 2010 Pazar

Kefenin Cebi Yok (Mu)..?

Dedem mezarla kafayı bozmuş durumda.Yok burası böyle olsun,yok şurası şöyle olsun.Şimdi de tutturmuş,"Antakyalı ..... Ailesi" yazılsın diye mezar taşına.İyi ona da peki.
Bu işlerle uğraşan adama diyor ki, 
"Bizim aklımıza gelmeyen ne varsa sen yap biz sana helalinden parasını fazla fazla vereceğiz".
Adam dikecek şimdi oraya bir mozole,diyecek "Sizin aklınıza gelmemişti ben yaptım".
"Dede" dedim."İstersen bir lahit yaptıralım,etrafını labirentle kaplayalım,üstüne de piramit diktirelim,evden bakınca bile gözüksün".Artık dalga geçtiğimi anladı da mı,yoksa aklına yattığından mı bilmem,sustu düşünceli düşünceli.
Mezarda gözle görülmeyen bir çizgi yukarıdaki mezarları birbirinden ayırıyor.Sol tarafta muhtemelen cepli kefenle gömülenler,diğer tarafta ise ihrama sarılı olanlar.
 
Mermer ve yazı işlerini yapan adamın dükkanında inanılmaz bir showroom var.Hamster mezarını andıran bu iğrenç demoları,camın dışına dizmiş öyle manav tezgahı gibi.Bu işin de kuralı bu demek ki ama,ben böyle pis ticari zihniyet görmedim.Bazı şeyler,ticaretinin yapılması için gereğinden fazla antipatik olabiliyor.

17 Ekim 2010 Pazar

Yalandan Pazar Postu..!

Bunların hepsi bütçe işi tabi ama,ben fransız dostlarımızın yerinde olsam,aynı Alfa Romeo'nun Uma'yla yaptığı gibi,yeni Megane'nın reklamında ne yapar ne eder Megan'ı oynatırdım.Üstelik gerçek Megan-O-Mani bu hatunla geçirelecek bir geceye tekabül eder.


Feridun Düzağaç'ın "Depresyondayım" diye bir şarkısı vardı kaç zaman önce.Çok severdim.Unutmuşuz tabi kaç sene oldu.Cuma sabahı işe giderken radyoda çalmaya başladı.Tekrar aşık oldum şarkıya.

"Dipteyim,sondayım,depresyondayım,yalvarırım gel de kurtar
Beni tanımla,cümleler içinde kullan,yepyeni anlamlara sal".Güzel şarkıymış,fena takıldım yine.

10 Ekim 2010 Pazar

Sevdiğim Şeyler Vol.1..! (Welcoming The Winter)

Previously posted on 08.11.2008

*Soğuk kış günlerinde İstiklal'de mağaza vitrinlerini seyrederken nefesimin,sigara dumanıyla karışıp yoğun gözükmesini.
*Dışarda çok üşüyüp de kendimi ocakbaşına attığımda,ateşte ellerimi ısıtırken oluşan karıncalanma ve kaşınma hissini.
*Bilgisayar başında çalışırken içtiğim kahvenin dumanının gözlüklerimin camında yaptığı buğuyu ve birkaç saniyeliğine de olsa çevreme o buğulu gözlerle bakmayı.
*Rakı masasında yanıma yaklaşan piyangocudan,masadaki insan sayısı kadar bilet almayı ve her birinin benim için birer bilet seçmesini.
*Sabah uyandığımda camı sonuna kadar açıp,soğuk ve temiz havayı içime çekmeyi.
*Sevdiğim markaların kışlık koleksiyonlarında yünden çok merserize ye yer vermelerini.Ve aynı zamanda alışverişi yaparken kredi kartı hesabımın tam da birgün önce kesilmiş olduğunu farketmeyi.
*Taksicinin,gündüz açtırma talebimi hiç yadırgamadan ve zorlamadan kabul etmesini.
*Eve döndüğümde emektar bakkalımın hala açık olmasını ve sigara alabilmeyi.
*Verdiğim pizza siparişinin belirtilen süreden (max.30 dk)önce gelmesini.
*Yukarıda saydıklarımın hepsinin birden aynı günde olmasını.

5 Ekim 2010 Salı

Yumurtaya Can Veren Allah,Nasıl Da Adaletli Dağıtıyor Nimetini..!

Kısa bir süre önce Türkiye'nin ev sahipliğini yaptığı ve milli takımımızın dünya 2.liği ile sonuçlanan dünya basketbol şampiyonasındaki maçlarda,mola ve devre aralarında sahaya çıkarak,çeşitli danslar ve şovlarla tribünleri ayaklandırdılar.

Ben ve benim gibi birçok basketbolsever de,mola ve devre aralarının tamamının reklamlarla işgal edilmesinden ve kızların şovunu izleyememekten şikayetçiydi.Nitekim ponpon kız dediğimiz olgu,her ne kadar Amerika'dan doğsa da,Avrupa'da futbolun seyirci sayısındaki ezici üstünlüğü kırabilmek adına yapılmış bir deniz aşırı transfer değil miydi?

Geçen cumartesi Ntvspor'da canlı yayında seyrettim Efes Pilsen kızlarını.Tam tekmil hepsi oradaydı.Tabi yakın çekim.Bir de üstüne üstlük konuşuyorlar da.Yani görsel şölen,işitsel yönden de destekleniyor.Ama anlaşılan bu kızlar minimum 15 metreden,sadece fiziksel olarak değerlendirilmeli.Bayrampaşa,Güngören,Sultanbeyli,Zeytinburnu toplama bir kadro.Tamam fizik süper ama alayına kese kağıdı.

3 Ekim 2010 Pazar

Şom Ağıza Gel..!

Bu akşamüstü,kendi kendime konuşuyordum.
"8.kattayım.Acaba deprem olsa yüksekte olmam beni ne kadar etkiler,normalden ne kadar fazla sallanırım,ne zamandır deprem de olmuyor,herhalde sıyırdık o beklenen büyük depremden" diye.
Ne oldu peki?
20:49'da 4.4 sallandı Marmara Denizi.
Ben de kesin bir uğursuzluk var.
Şimdi de daha büyüğü olsa,8 kat aşağı asansörsüz nasıl ineceğim diye düşünmeye başladım.Keza ben inene kadar,yıkılacağı varsa yıkılır.
Bu gece düzgün birşeyler giyip yatacağım.Gece fırlamak gerekirse,yada enkaz altında kalırsam pijamayla yakalanmamak lazım kimseye.

25 Eylül 2010 Cumartesi

Yasaklansın!

Fıstık yeşili,turkuaz,turuncu gibi abuk sabuk renkte gömlek giyen,
Çizgili gömlekle,çizgili kravat takan,
Kampa gidiyormuş gibi,işe devasa backpacklerle gelen adamlar.

Pedikürsüz,yarısı dökülmüş ojelerle açık ayakkabı tercih eden,
Bolero ve tayt giyen,
Body'sinin altından babaanne modeli,pazardan aldığı sütyeninin motifleri gözüken,
Kaşlarını aldırmak için iyice uzamasını bekleyen kadınlar.

Yasaklansın..!

Caffé Nero'dan Bir Güzellik Daha..!

Kış geliyor,havalar soğuyor.Kapalı mekanlardaki sigara yasağı da hala devam ediyor.Nero'nun marketing ekibi düşmeye muhtemel cirolara şahane bir çözüm bulmuş.Artık sabah 10:00-11:00 ve öğleden sonra 15:30-16:30 arası ofis katlarına gezici hizmet veriyorlar.Şimdilik filtre kahve ve atıştırmalıklarla sınırlı ama bu bile benim yüzümü güldürmeye yetecek bir güzellik.
Resimdeki gururlu Nero personeli Yılmaz.Kendisine sevgilerimi,Caffé Nero marketing ekibine de tebriklerimi sunuyorum.

5 Eylül 2010 Pazar

Propaganda Yasakları Başladı..!

Evet mi?
Hayır mı?

Evet yada hayır farketmez ama,cevabını sandığa atmayanın,3 gün sonra rakı masasında gidişattan şikayet etmeye hakkı da olmaz!

30 Ağustos 2010 Pazartesi

Life Is The Ultimate Work Of Art..!

Bazı filmler,romanlar,şarkılar vardır,insana keşke daha önce izleseydim,okusaydım yada dinleseydim dedirtir.
Onlardan biri değil VCB.Tam da izlemem gerektiği zaman izlemişim.
Woody Allen hayatının senaryosunu yazmış ve muhteşem yönetmiş.Zaten benden de geçer not aldıysa daha ne olsun.
Hiç gitmemiş olmama rağmen,bu hikayenin başka bir yerde geçmiş olmasını hayal bile edemiyorum.Film bittiğinde "Başka bir şehir seçselermiş,yazık olurmuş" dedim bir de kendi kendime.

Turist oldukları çok belli olan iki güzel kadına yaklaşıp da,oldukça cüretkar olan bir teklifte bulunmanın çok cesurca bir aksiyon olmadığı kesin.Kaybedecek birşeyi olmayan bir adam herşeyi yapabilir.Genelde de kaybedecek birşeyi olmayan adamlar kazanır.
Ayrıca Vicky gibi bir kadının bile kafası bu kadar kolay karışmaya müsaitse,hangi kadına güveneceğiz biz bu hayatta sorarım size?
 
Üç kadının da boy göstermesinden sonra,seçsem hangisini seçerdim dedim kendi kendime.Maria Elena'yı seçtim.
Sonra biraz daha mantıklı düşünmeye karar verdim.Bir seçim daha yapayım dedim.Sıkılmışım belli ki.
Yine Maria Elena'yı seçtim.Mantık falan hikaye yani.
Sonra da genel olarak nerede hata yaptığımı anladım.Tehlikenin,zorun,anlaşılmazın peşinden koşa koşa,en sonunda acı çekeceğini bile bile neden gider erkek milleti bu kadınların peşinden.Üstelik bir de arar bulur yani Maria Elena'sını,ortalıkta o kadar Vicky ve Cristina varken.

27 Ağustos 2010 Cuma

Bir Var,Bir Yok..!

Müzik ruhun gıdasıysa,sofraya Carl Cox'la oturmak gibisi yok.
Uykum var.Uyuyasım yok.Sabaha kadar da içesim var,durasım yok.
Sebebe ihtiyacım var,sebebim yok.Hırsım var ama inancım yok.İsteğim var ama gücüm yok.Koşasım var,nefesim yok.Uçasım var,konasım yok.Kaçasım var,dönesim yok.
Bir var,bir yok.......

22 Ağustos 2010 Pazar

I Want One Of Those..!

Mügemmell'in şu postundaki siteye girdim baktım.Çok acayip şeyler var ve ben de bunları istiyorum.Hem de mutlaka istiyorum.






























17 Ağustos 2010 Salı

Kol Kırılır,Yen İçinde Kalır..!

2001 yazının başında,tatile giren fakülteyi Bursa'da bırakarak,belki de hayatımın en güzel tatilini geçirme planları yaparak döndüğüm İstanbul'da,evime iki dakikalık mesafede geçirdiğimiz saçma sapan trafik kazasında kolum iki yerinden kırıldı.

O an adrenalinin etkisiyle hiçbir acı hissettmediğimi hatırlıyorum.Hatta arka koltukta duran playstation'ıma birşey oldu mu acaba diye hayıflandığımı da.Kolumun kırıldığını farketmem ise ancak,gövdemin sağ tarafında,serbest sallanım moduna girmiş ve normalden oldukça kısalmış şekilde görünen et parçasını görünce mümkün olmuştu.

Hastaneye varır varmaz yapılan iğnenin etkisiyle "leyla" gibi gezinirken koridorlarda,röntgen ve alçı faslı kafamı açtı bir anda.Dayanılmaz acı,morarmış ve şişmiş kolun görüntüsüyle birleşince,etrafta dikiş attırmaya gelmiş hastaların hallerine şükretmelerine sebep olmuştur herhalde.

Alçı yapıldı ama,kemik içeride tıkır tıkır oynuyor hissediyorum.Bu böyle olmayacak.Ama o alçıyı açtırıp bir daha aynı acıyı çekmektense,kolumun yanlış kaynamasına razıyım aslında.
Derken babamla doktorun konuştuğunu duyduğum küçük odanın kapısına yöneldim ve ameliyatsız,platin takılmadan kaynayabilecek bir kırık olmadığını öğrendim.Babamın yüzündeki endişeyi ve üzüntülü ifadeyi kolay kolay unutamam.

Tanıdığımız ve güvendiğimiz ortopedistin programını ayarlaması için geçen birkaç gün,kolumda alçı ve etrafımda benim için koşturan insanlarla takıldıktan sonra ameliyat için hastaneye yattım.

Soldakine benzer bir alet yardımıyla kolumdaki alçıyı kesmeye gelen pratisyen,daha önce başkalarından da duyduğum üzere,sadece alçıyı kestiğini,ete gelince kesmediğini anlattı sakince.Sorun yok,buyrun.
Adam alçıyı keserken tırrrt tırtt etim gidiyor hissediyorum.Dedim sen bu aletin doğru çalıştığından yada doğru kullandığından emin misin?Eline bastırıyor testere kısmını falan,çeşitli parmak hareketleri,böyle Sermet Erkin havalar,sanki illüzyon yapıyor şerefsiz.

Ama ben mevzunun farkındayım.Testereyi tek tarafa doğru sürersen aynen dediği gibi.Çünkü uçta dönen ince metal plakanın içinde rüzgar gülüne benzer bir bıçak mekanizması var.Ama terse yürüttün mü,keskin uçlar eti kesiyor.Ben de sağlam olan sol koluma ait olan el vasıtasıyla şovunu sergileyen pratisyenin eline bastırdığı testereyi ters yöne doğru itince,karnıyarık gibi açıldı bu salağın ayası.Attı tabi kendini odadan dışarı.Biraz sonra tatlı bir hemşire giriş yaptı odaya.Doktor bilmem kim beyi yaralamışsınız dedi.Yok dedim iş kazası.Kendi kendini yaraladı.Sırıttı.Hemşirelerin pratisyenleri sevmediğini de o hastane ziyaretim sırasında öğrenmiştim.

Neyse aldılar beni sedyeye,ameliyathaneye çıkıyoruz.Annem ağlıyor,bir yandan da öpücük gönderiyor bana.İkisini aynı anda yapabilen bir kadına rastlarsanız mutlaka izleyin bir süre.Çok komik bir görüntü zira.

Beni çıkarttılar yukarı.Buz gibi bir koridorda sedyeyi duvara yasladılar.Bırakıp gittiler.Ben de bekliyorum.Kafamı sola bir çevirdim.İçeride doğum var.Kıyamet kopuyor.Bağırış çağırış,kadını iyi ki de göremiyorum ama bacaklar aynen bu misal.

Evet kadınlar,bu masa gerçekten nefret edilecek kadar var.

İçerideki görüntü her ne kadar rahatsız edici olsa da,insan hayatında belki de bir kere canlı olarak görebileceği bu sahneden alamıyor gözünü.Üstelik koridordaki hiçbir odanın kapısı da yok.Odada bulunanlardan biri benim hipnotize olmuş şekilde onları seyrettiğimi farkedince,sanki ekiple konuşuyormuş gibi "Evet arkadaşlar,herkes işinin başına" deyince ayıldım,kafamı yaramazlık yapmış bir çocuk gibi önüme eğdim.


Ameliyatın sonunda henüz daha masadan sedyeye geçirilirken ayılmamı sağlayacak kadar ilaç veren anesteziste selamlarımı gönderiyor ve ellerin kırılsın diyorum.Bassana morfini iki gün uyuyalım.Sanki kendi cebinden gidiyor ilaç parası.Berbat olan yaz tatilimi hiç saymıyorum bile.

8 Ağustos 2010 Pazar

.....Anlayamıyorum

İnsanların devamlı olarak ve spesifik aralıklarla bana "Sakalların beyazlamış" deme sebebini.....

Yeni boşanmış bir adam olduğum için,her gece başka bir kadınla yattığımın düşünülüyor olmasını.....

Dekoltede aşırıya kaçmış kadının,göz hapsine alındığında neden rahatsız olup,sağını solunu düzeltmeye çalıştığını.....

S*ke sürülecek kadar aklı olmayanların,neden millete akıl dağıtmaya bu kadar meraklı olduklarını.....

Karşısındakini dibine kadar eleştirirken,kendisi bir gram bile eleştiriye açık olmayan insanları.....

Çapraz takılmış çantanın sapının,iki göğüs arasına girerek yarattığı görüntünün,kullanım rahatlığından mı yoksa ilgi çekmek için mi yaratıldığını.....

Neden şarkıların bu kadar güzel ve kelimelerin kifayetsiz olduğunu.....

27 Temmuz 2010 Salı

Anything Goes..!

İnsan sabah gözünü açar açmaz,kendini birşeyler yapmak zorunda hisseder mi?Saat kaç olursa olsun farketmiyor.Zaten aylardır kabuslarla bezenmiş,bölük pörçük uykularla Faithless şarkısının bedene bürünmüş haliyim,extra manyaklıklar için toleransım var.

Cuma 04:50.Internetten film indiriyorum.
C.tesi 05:20.Salonda bulduğum devasa ölü kelebeğe,pamuklu çubukla kalp masajı yapıyorum.
Pazar 04:25.Yatak odasının camından uyuyan şehri kıskanarak yatak takımlarını değiştiriyorum.Ardından renkli,beyaz ayırıp çamaşır yıkıyorum.
P.tesi 06:00.The Oz seyrediyorum.

Aslında biliyorum bunların hiçbirini isteyerek yapmadığımı.Sadece birşeyler yapmış olmak için yapıyorum.Alışmak için.Geçiş döneminde kafamı bir an bile boş tutmamak ve mümkün mertebe az düşünmek için.
İlginçtir,o kadar az uyumama rağmen,kendimi fiziksel olarak daha güçlü ve dayanıklı hissediyorum.Alkol yoğun bir beslenme döngüm oluştu.Temel gıda maddelerim,Marlboro,Efes ve patlamış mısırdan ibaret.
İyi mi?
Umurumda mı?
"Gerekeni Yapmak" tan çok uzak bir yerdeyim.Er geç dönücem oralardan ama yavaş yavaş,sindirerek.

25 Temmuz 2010 Pazar

Aynı Kadeh,Aynı Mey..!

Dün gece,kolay kolay benden beklenmeyecek bir hareket yaparak,22:30'da gelen telefon üzerine Asmalı'ya attım kendimi.İstanbul hakikaten boşalmış,herkes tatilde.Polisler bile tatile gitmiş olsa gerek ki,hiçbir yerde çevirme falan da yok.İki büyük rakı iç,bagaja bir adam tık,torpido gözüne de silme kokain doldur,Pendik'ten Avcılar'a gidersin rahat rahat.

Her barmenin sevgilisi olabilir de,bu sevgilinin cumartesi akşamı adamın çalıştığı mekanın barında tek başına oturup bütün gece cep telefonu kurcalamaktan başka işi olmaz mı?
Zor zanaat barmen karısı olmak.

Otto'nun sokağı yine her zamanki gibi.Adım atılmıyor.Güç bela attım kendimi sokağın sonundaki Groove'un önüne.Bir albino ve Adıyaman'lı yanaştı yanıma."Beybiluun ne tarafta birader?" dedi."Ooooo sen çok yanlış gelmişsin brother"dedim ve yokuş aşağı tam terse saldım arkadaşları.Sonra da girdim içeri ki,dönüp gelirlerse eğer,bir albinoyla kavga etmenin ne kadar garip kaçacağını düşünerek kalabalığın içinde.

Bir Efes Dark,bir Olmeca diye gide gide,uzun yıllar önce kaybettiğim adamı buldum içimde.Eğlenmesini bilen,yüksek sesle müzik dinlemesini seven,neşeli,enerjik.Kendi kendime de söylenip duruyorum hala,"Yok be ooolum,rakı muhabbeti gibisi yok"diye.Kendini yalandan yere inkar etmeye çalışır misali.

Sözün özü;
İstanbul has still got the most beautiful women on earth,but i can not say the same for the boys..!

23 Temmuz 2010 Cuma

I Just Wanna Feel..!

Come on hold my hand,
I wanna contact the living.
Not sure I understand,
This role I’ve been given.

I sit and talk to god

And he just laughs at my plans,
My head speaks a language, I don’t understand.


08-Robbie Williams - Feel
Yükleyen emiliebubu. - Yüksek çözünürlüklü video keyfini yaÅ�ayın!

19 Temmuz 2010 Pazartesi

Çok Banalsin Carrie..!

Ola ki o ardı ardına sıralanan sezonların birinde Carrie'nin beklediği düğün gerçekleşseydi,gecenin çifti salona, "Ladies and gentlemen,Mr. and Mrs.Big..!" diye çağırılmayacaklar mıydı?
Ve bu ayrıntı yadırganmaktan ziyade farkedilmeyecekti bile.
Modernlik bambaşka birşey olsa gerek,hiçbir tanıma uymayan,hiçbir kalıba sığmayan.Zira bizim kadınımız evlenirken kocasının soyadını almaya karşı çoğu zaman.
Çağırsana hatun kişiyi düğünde kocasının soyadıyla "Bay ve Bayan bilmem kim..!" diye burada,bakiim taş taş üstünde kalıyor mu?

4 Temmuz 2010 Pazar

Puffy'nin Seyir Defteri : Yıldız Tarihi Üçyüss,Beşyüss..!

Yangın
Geçen çarşamba plazada yangın çıktı.-6.katta eskiden poligon olarak kullanılan yerde kaynak yapılırken sıçrayan kıvılcımlar,tavan ve duvarlardaki ses yalıtımı için döşenmiş malzemeyi tutuşturunca,ortalık savaş alanına döndü.Koyu kahverengi dumanlar heryeri kapladı.Cayır cayır alarmlar çalmaya başladı ve bina ışık hızıyla boşaltıldı.Tabi sonrasında da şenlik başladı.Ne çok insan çalışıyormuş plazada o gün anladım.Bir de ne günyüzü görmemiş cevherler varmış meğer de insan içine çıkartmıyorlarmış.

Kelebek Etkisi 
Bu aralar hiçbir mevsim ve hiçbir yerde görmediğim kadar çok kelebek var İstanbul'da.Birileri bu durumun deprem habercisi olduğunu söylese de,bence alakası yok.Acaba sadece benim bulunduğum yerler mi böyle?
Yada yakınlarda bir yerde bir tahıl silosu mu böceklendi?
Yoksa son zamanlardaki deli yağışlar tırtılların biyolojik saatini mi bozdu?

Bu nasıl koku?
Fsm köprüsünden Asya'dan Avrupa'ya geçtikten sonra,Sarıyer sapağından girer girmez bir koku başlıyor ve Levent bağlantısına kadar devam ediyor.Nereden geliyor belli değil ama o kadar kötü ve ağır bir koku ki bu,birçok farklı iğrenç şeyin bileşimi olan ultimate birşey.Çok kötü.

Amerika'nın Kadın Öğretmenleri
Bir türlü anlayamadığım birşey varsa,o da Amerikalı kadın öğretmenlerin 12-13 yaşındaki sübyan erkek öğrencilerle sevişme tutkusu.Son zamanlarda daha nadiren rastlansa da halen devam ediyormuş bu gibi olaylar.Çoğu da eli yüzü düzgün,alımlı ve hoş kadınlar.Ne anlarlar bu çocuklarla sevişmekten,nasıl bir keyif alırlar?
Çocuklar olayın doğası gereği mağdur sayılıyor tabi.Belki de bizim ülkemizin eğitim sistemindeki eksiklik bu iştahlı kadın öğretmenlerdir.Bizim çocukların cinsel dürtülerini erken yaşta harekete geçirerek belki daha kolay motive ederler öğrenmeye.

Zeytinli
Cuma akşamı,sevgili Nur'un işten ayrılması sebebiyle Asmalımescit'teki Zeytinli'ye gittik.12'şer kişilik 2 masa rezervasyonumuz vardı.İki masada oldukça uzun olduğu için mekanın girişinden yola kadar uzanıyordu.Tüm haftasını ofis içerisinde geçiren bir insan olarak cuma akşamımı ferah feza rakı içerek geçirebilmek için de masanın yol tarafına kuruldum.Saatler ilerledikçe rezervasyonsuz gelen 2'li,3'lü gruplar için teker teker masalar atılmaya başladı yola doğru.Doğal olarak da benim görüş açım,ferah feza hava saham bu masalar ve bu masaları işgal etmeye niyetlenen denyolar tarafından kapanmaya başladı.Garsona da 3 kere söyledim "Benim masamın dibine masa atma,benim huzurumu kaçırma" diye.Dinlemedi.Saat 22:00 sularında kulak misafiri olduğumuz sohbetlerinden anlaşıldığı üzere internetten tanışmış olan bir çiftin ilk akşam yemeklerine tanıklık etmeye başladık.
Artık hesabı isteyip de her zaman olduğu gibi paraları toparlamak bana kaldığında garsonu da yanıma çağırıp benimle beraber saymasını istedim.

"Hesap tamam efendim.25 lira da bahşiş bırakmışsınız." dedi 24 kişilik masadan çıkan oldukça küçük bu rakama sitem eder bir ses tonuyla.
"Valla kusura bakma." dedim."Sen 100 liralık hesap almayı,100 liralık bahşişe tercih ettin.Yan masadan alacağın bahşişle idare edeceksin bu akşam."

Huzursuz Bacak Sendromu
Semptomları internetten araştırınca böyle bir teşhis çıktı.Günlerdir bacaklarım inanılmaz ağrıyor.Herkesin dinlenmek ve uyumak için girdiği yatakta benim bacaklarımın ağrısı tavan yapıyor.Bir türlü rahat bir pozisyona giremiyorum.Koyacak yer bulamıyorum bacaklarımı.Hatta bazı geceler dizime bir satır vurup kesip atmak istiyorum aşağı kısmı."Huzursuz bacak sendromu".Beni de bula bula bu buldu anlaşılan.Adam gibi bir hastalığım bile yok. 

Davalı Puffyyyyy..!
Hayatımda ilk defa hakkımda bir dava açıldı.Beraat talep ediyorum hakim bey.

27 Haziran 2010 Pazar


1927 - 2010

O kadar zor nefes almaya başlamıştı ki eve vardığımda,artık sayılı hakkının kaldığı aşikardı.Çok acı çekiyordu.Artık kurtulmasını,huzura kavuşmasını diledim.

Aynı gece acil bir müdahale gerekliliği ihtimalini de düşünerek hastaneye kaldırdık.

Gece 02:30'da haberi geldi.

Alttaki yazıyı yazdıktan 1 hafta sonra,gözlerini ebediyen kapadı.

Mekanın cennet olsun Melahat...!




20 Haziran 2010 Pazar

Dört "Keşke", Bir "İyi ki" yi Götürür..!

Ölüm herkes için ani ve sessiz olmuyor,olamıyor maalesef.Bazen yıllar öncesinden gelip yavaş yavaş tüketiyor insanı,bazen de bir anda ortaya çıkıp "Ben zaten yıllardır buradaydım ama senin haberin yoktu" diyebiliyor.
Ölüm kimseye acımıyor,herkes için farklı yollar,farklı senaryolar belirliyor sadece.

Babaannem için,ani gelen göğüs kanseri,bir dizi operasyon ve kemoterapi,ardından da acımasız bir metastaz ve can çekişerek gerçekleşecek bir ölüm planlamış anlaşılan.

Kaçınılmaz gerçekleri belki de herkesden daha kolay kabullenebilen bir adam olmama rağmen,gelişen olaylar,fiziksel acı çeken bir insan ve etrafında psikolojik olarak acı çeken yakınlarını görmek,duymak,hatta aynı odayı paylaşmak bile çok zor geliyor.Henüz o bedendeki ruh yerli yerinde olmasına rağmen,ölüm o odadan tüm eve yayılıyor.Sadece eve yayılmakla da kalmıyor,arta kalanları paket yapıp yanlarında götürüyor insanlar.Dedem ota boka ağlıyor.Yıllarca hayatı zindan ettiği,gün yüzü göstermediği,kendi istekleri ve tercihleri uğruna oradan oraya sürüklediği hayat arkadaşı,şimdi gözlerinin önünde günden güne ölüyor.Ve yapabileceği hiçbirşey yok artık.

Keşke o istediği buzdolabını alsaydı zamanında.
Keşke denizli kumsallı tatile gitmek istediğinde,peşinden sürüklemeseydi yaylalara.
Keşke o lafı etmeseydi,evlendikleri ilk ayın ilk kavgasında.
Ve bu şekilde sürer gider bu keşkeler.

Sonra aklıma bizim neler yaptığımız geldi.Neler için küsüp,neler için tartıştığımız.Neler için birbirimize bağırıp,çağırıp,hakaretlerle kalplerimizi kırdığımız.Ne için birbirimizi öldürüp,ne için bu dünyayı,bu hayatı birbirimize zehir ettiğimiz.

Babaannem için yapılacak fazla birşey yok artık.Hatta belki de beklemekten başka yapacak hiçbir şey yok.Tek dileğim daha fazla acı çekmeden kurtulması.Dedem için de bazı şeyler için çok geç artık.

Önemli olan tek şey;
Henüz çok geç olmadan,yapılabilecek,yapılması gereken şeyler için vakit ayırabilmek,o günler gelene kadar geçecek zamanı iyi değerlendirmek ve olabildiğince az "keşke" biriktirmektir ceplerimizde.

19 Haziran 2010 Cumartesi

Regular Americano,İki Parmak Sıcak Su ve Soğuk Non-Fat Süt İlaveli..!

Sabah uyandığımda ilk gördüğüm insanların üstünde hep siyah t-shirtler var.Ve bu t-shirtlerin üstünde Caffé Nero yazıyor.Ben gözümü yatakta açıyor olabilirim ama,gerçek anlamda o kahvenin kokusunu alıp ve o siyah t-shirt'lü insanların güleryüzle günaydın dediği anda uyanıyorum.

Çoğunlukla beni karşılayan da İlknur olur.Benim için sabah uyanma seansımı geçirdiğim bu mekanı evimden farklı kılmayan bu insanların içinde İlknur'un yeri gerçekten ayrıdır.
Nitekim kahvemi nasıl içtiğimi çok iyi bilir,sütünü,suyunu tam olarak ne kadar koyacağını bilir.Birgün olsun baştan savma yada ayarsız bir kahve içtiğimi hatırlamıyorum onun elinden.Üstelik çoğu zamaniben daha Nero'ya 100 metrelik mesafedeyken beni görürler,kahvemi hazırlarlar ve kasaya geldiğimde tek yapmam gereken,ödemeyi yapıp yerime geçmek olur.

Bütün bu sebeplerden ötürü,İlknur'un,mağaza müdürüyle arasında anlaşmazlık olduğunu,birlikte huzurlu ve uyumlu çalışamadıklarını duyduğumda şaşırdım.Hangi mağaza müdürü ekibinde böyle bir çalışan olmasından rahatsızlık duyardı?
Bu anlaşmazlık İlknur'un Yeniköy şubesine transfer olmasına kadar varınca,harekete geçme zamanının geldiği de aşikardı.

Kimse beni,sabahları güleryüzle uyanmamı sağlayan ve konuşmama gerek kalmadan kahvemi hazırlayıp,hayatımı kolaylaştıran kadından ayıramazdı.

Bir dilekçe yazıldı İlknur'un ne kadar kıymetli ve Maslak şubesi müşterileri tarafından ne kadar sevilen bir barista olduğunu anlatan.Bizim ofisin neredeyse tüm çalışanları tarafından imzalandı ve aynı binadaki Caffé Nero İnsan Kaynakları Departmanı'nın kapısı çalındı İlknur'un geri gelmesi için.Yine aynı öğlen,bizim ofisten Nero müdavimi bir grup,Maslak yerine Yeniköy şubesinde içti kahvelerini.

Aynı gün Yeniköy şubesinde çalışmaya başlamış olan İlknur'a bir mail gider.Kendisinin Maslak şubeye geri döneceği ve aynı zamanda terfi de aldığı haberi kendisine iletilir.İlknur Maslak'a geri dönerken yalnız olmayacaktır.Yanında Müge'nin de şu yazısında Arif olarak bahsettiği,fakat aslında adı Akif olan "pırlanta gibi eleman" da Maslak'a transfer olacaktır.Bizim dilekçeyi teslim ederken,insan kaynaklarından Gülten Hanım'a onun da adından bahsetmiş olmamızın etkisi var mıdır bilemem ama,bu gelişme gerçekten sevindiricidir.

Özetle;
İlknur,Akif,Ülkü,yeni ayrılmış olan Işık,bir orada bir burada Selçuk ve adını hatırlayamadığım yada bilmediğim diğer tüm Maslak Nero çalışanlarına,güleryüzlü ve kaliteli hizmetleri için,yeri geldiğinde çektikleri kaprislerimiz ve genel olarak günün her saati kendimizi iyi hissettirdikleri için teşekkürü bir borç bilirim.

18 Haziran 2010 Cuma

13 Haziran 2010 Pazar

Stuck..!

Sen bir dakika geç kal,kıyamet kopar.
Kendisini,keyfi gelene kadar beklemezsen olay çıkar.

Erkek erkeğe rakıya gidersin,adı ihmal olur.
O buluşur "Kızlar Gecesi" olur.

Sen başka kadına bakacak olsan,gözlerin oyulur.
Başka bir adam ona baktığında,adı hayranlık olur.

Konuştuğun anda dinlemeni ister.
Dinlediğin anda "Birşey söylemeyecek misin?"

Kendisi bağırdı mı sorun olmaz.
Sen bağırdın mı,binaya rezil olunur.
 
Öpersin,seversin,göz devrilir.
Öpmez,sevmezsin,şefkatsiz,ilgisiz denir.

İltifat edersin,yalan der.
Etmezsin çeker gider.

Sen,onun istediği şeyleri yapmasından mutluluk duyarsın.
O,senin yapıp da onun yapamadığı şeyler yüzünden sana düşman olur.

Her isteğine tamam tatlım,peki hayatım dersin,pasif ve karaktersiz olursun.
Karşı çıkarsan anlayışsız olursun.

Çok yanına gidersen,sıkıldım der.
Az gidersen küser,kendimi yalnız hissediyorum der.

Senin kalktığın saatte yatar,yattığın saatte işe oturur.
Birlikte hiçbir şey yapamıyoruz der.

Evde giydiğin kıyafetten,içindeki dona kadar laf eder.
İngiliz turist gibi Taksim'e gider.

Kıskanırsın,daralıyorum,nefes alamıyorum der.
Kıskanmazsın,sevmiyorsun der.


Mükemmel kadın,mükemmel erkekle birlikte olamaz.
Çünkü mükemmel kadın birinci seferde evet demez,mükemmel erkek de,ikinci şansı vermez.

Hafta Sonumun En Güzel Olayı..!

Bir erkek olarak bana sorsalar "Alışveriş yapmayı sever misin?" diye,cevabım "En büyük alışveriş zevkim Migros" olur muhtemelen.Ben hayatımda hiçbir mağazada bu kadar mutlu,bu kadar keyifli alışveriş yaptığımı hatırlamıyorum.Belki bir de küçükken çatapat,mantar tabancası,kızkaçıran,torpil vs. gibi şeyler aldığım Kalamış'taki Yok Yok mağazasını sayabilirim.

İşte o Migros,bana hafta sonumun en keyifli anlarını yaşattı.Hürriyet ve Uykusuz almak için yöneldiğim reyonda "Tüm kitaplarda 40 % indirim" etiketini görünce,önce pek de heyecanlanmadım.Sonuçta aşağı yukarı her yerde aynı fiyata satılan yeni çıkmış kitaplar ya bunun dışındadır,yada o kitaplar reyonda hiç yoktur diye düşünürken,gördüklerimle kendimi kaybettim.

Normal şartlarda 96 TL'ye alabileceğim bu 4 kitabı,57,6 TL alabildiğimi anladığım anda da 2010 sonuna kadarki istihkakımı tek seferde alıp evime geldim.













İlgilenenler için not:Tüm kitaplarda 40 % indirim kampanyası 12-13-14 Haziran tarihlerinde geçerliymiş.Yani bugün ve yarın da devam ediyor.

12 Haziran 2010 Cumartesi

Şablon Delisi..!

Blogspot ne zaman şablonlarla ilgili bir değişiklik,bir yenilik getirse,saatlerimi yiyor.Aman şurası böyle olsun,aman burası da böyle olsun.Sanki çok okunan bir blogmuş gibi neden bu kadar özeniyorum anlamadım.Özene bezene de anca bu çıktı işte.İçime sindi mi?Eh işte.Eskisine oranla daha güzel,daha çekici oldu diyemem belki ama,tedbili mekanda faide vardır.

Tabi şablon değişince analytics tracker code da bozuldu.
Yetiş ya Caput Magnus,yetiş ya Mügeee..!

7 Haziran 2010 Pazartesi

IngBank Pepsi'ye Düşman Olmuş..!

Öğlen saatlerinde cep telefonuma gelen mesajla irkildim.
"XXXX ile biten kartınız güvenlik sebepleri ile bloke edilmiştir."

Haydiii..!
Yatırdık borcunu,nooluyor anlamadım ki?
Hemen aradım tabi Ing müşteri hizmetlerini,kart numarası,şifre falan girildi.12 dakika boyunca o gerizekalı jingle dinlendi.
Neyse Betül Hanım çıktı karşıma.Alışılagelmiş güvenlik sorularının ardından sordum "Neden kartım bloke oldu?" diye.
"Puffy Bey,15 dakika evvel şüpheli bir işlem gerçekleştirilmiş kartınızdan,burada gördüğüme göre Pepsi kutu kola yazıyor!!!"

"Doğrudur.Vending machine'den kutu kola almak için bozuk param olmadığından,kartımı kullandım,ama onay vermedi,ben de vazgeçtim.Siz neden şüphelendiniz?" 

İşin aslı Ing fena kıllanmış demek ki kutu kolaya,Pepsi içen adama şüpheyle yaklaşıyor..!