31 Aralık 2009 Perşembe

2009 Revisited..!

30 Ağustos 2009 tarihli postumda ise,pazar uykumun içine eden Nuh Çimento'ya sallamış bulunmuştum.Fakat karga misali kindar olduğunu bilsem,peşimi bırakmayıp,nereye gidersem gideyim bu mahlukatı paşime salacaklarını bilsem,asla ve asla dil uzatmazdım inşaat sektörüne.


09 Ekim 2009 tarihli postumda,dağ gibi Maslak 3M Migros'un nasıl hunharca tarumar edildiğini,o güzelim raf düzenlerinin,muhteşem alışveriş keyfinin,öğlen tatillerinde lifesaver olarak kullandığımız mabedimizin nasıl da yerle yeksan edildiğini gözler önüne sermiştim.
Bakınız o günden bu yana geçen 80 günde neler olmuş.


27 Aralık 2009 Pazar

Türk Sinemasında Da Adaptasyon Devri Başladı..!

Yılllarca,yerli dizi,yarışma diye adaptasyonları çaktılar bize.Amerikalı bunu seviyorsa,Türkler de sever.Ne de olsa burası Küçük Amerika.
Son 5 yılda vizyona giren yerli film sayısı artmışken,seyirci sayısı düşmüş.Sebebini anlamak için derin analiz yapmaya,eleştirmenleri,oyuncuları,yapımcıları biraraya getirip kafa patlatmaya gerek yok.



Haftasonu Yanılsamaları..!

Bu hafta sonu,sevdiceğim kankasıyla birlikte caddede,o dükkan senin bu mağaza benim gezerken,ben de evde,İlyas "The Handyman" ile jaluzi montajı,ufak tefek elektrik ve tamir işleri ile meşgul oluyordum.Uzun uğraşlar sonucunda jaluzileri monte ettikten sonra,"İlyas,şimdi de yatak odasına geçelim." demiş bulundum.Halbuki tavana asılması gereken abajurdan başka bir niyetim yoktu ama İlyas bu davetimi çok hoş bulmuş olsa gerek pis pis gülmeye başladı.

Aynı günün akşamında sevdiceğim,eve gelmekten ziyade,geceyi kankasının kondusunda geçirmeye karar verdiğini iletince,ben de boynumu büküp verdim kendimi F.E.A.R 2:Project Origin adlı ps3 oyununa.Fakat ne mümkün tam randımanlı oynayabilmek.Adına yakışır bir oyun olsun diye,vermiş adamlar canavarı,hayaleti,binbir türlü varyeteyi,her köşeden başka bir bela çıkıyor.Malum gece,ortalık karanlık,bir türlü veremedim kendimi oyuna.Açtım Fox tv' yi,Bilgehan Demir' in eşsiz anlatımıyla,Erzurum'dan canlı yayınlanan Ergen Ring Ateşi' ni seyrettim.Yalnız orada Trabzon' lu çocuk fena dövdü Adıyaman' lıyı.Ona da bir ince acıdım.Sonra yine kanepede sızmışım tabi,her zamanki gibi.Saat 04:00 sularında uyanıp attım kendimi,sevdicekten yoksun ama bir o kadar da geniş uyuma alanı sunan yatağıma.

Sabah 10:20 'de hiç de beklenmedik bir saatte arayan sevdiceğim,yavru kedi misali kendisini kahvaltıya götürmemi isteyince,istemeye istemeye de olsa attım kendimi yataktan dışarı.Zira kendisini yine beklenmedik bir şekilde çok özlemiştim.

Öğlene doğru eve döndüğümüzde Wolverine:The Origins oynadık beraber.Ama oyunun sadece demosu olduğu için,en heyecanlı yerinde bitiverdi.Ama almaya karar verdik full version'ı.Güzel oyun tavsiye ederim.Gördüğünüz gibi hep orijinal oyunlar oynuyorum(Project Origin , The Origins).

Sonrasında,kendini şimdi adını zikretmek istemediğim diziye veren sevdiceğim,bana yatağa girip bir şekerleme yapmaktan başka çare bırakmadı.Uyandığımda yatak çarşaflarını değiştirme işinin bana kalması da,günün en heyecan verici anlarıydı.

Yarın iş var ama,yılbaşı arifesi izinli olduğum için sadece 3 gün çalışacağım ve bu beni motive etmiş durumda.Önümüzdeki 3 günü ofiste dolu dolu geçirmek gibi manyakça bir istek var içimde.Bir de şu dizinin bitmesine dair bir istek var tabi.

26 Aralık 2009 Cumartesi

Eğer Bu Yazıyı Okuduysan,Beni Nerede Bulacağını Biliyorsun..!‏

Yeni evimdeki 3 ayım doldu.Bu da demek oluyor ki posta kutumdan daha ancak 3'er adet fatura çıkmış.Fakat o posta kutusu her akşam geldiğimde ağzına kadar dolu oluyor.Postacı getirdiği zarfların hepsini ortalığa bırakıyor,sonra da ya apartman görevlisi,yada sorumlu bir kat sakini bu postaları kutulara pay ediyor. 

Bir adam var.Adı Resul Ekşi.Bu adama gelen tüm postalar benim posta kutuma atılıyor.Kim olduğunu anlamadıkları için,yine kim olduğumu bilmedikleri,benim posta kutuma atıyorlar sanıyordum 2 gün evveline kadar.Meğerse adama gelen postaların tamamının üstünde benim adresim varmış.Sordum soruşturdum.O isimli kimse oturmamış bu dairede.Adama gelen postaların içinde tonlarca bireysel emeklilik makbuzları,telefon ve adsl faturaları,kredi kartı ekstreleri ve bir sürü ıvır zıvır başka kağıt parçası var.Dolandırıcı olduğundan şüpheleniyorum.Yoksa kimin posta kutusuna bu kadar şey gelir.

Eski apartmanımda Nihat diye bir adam otururdu.Lakabı "Fırıldak" tı.Sonrasında öğrendik ki adam cemaat,tarikat ayağına sağı solu dolandırıp,3 ayda bir yer değiştiren bir profesyonelmiş.Geceleri "Hırsız gördüm!" diye binayı ayağa kaldırıp,elinde tüfekle çatıya falan çıkardı.Aynı tüfeği Galatasaray'ın kazandığı akşamlar camdan çıkarıp havaya sıkardı. 

Şimdi buradan Resul Ekşi 'ye sesleniyorum.Çık hayatımdan Resul.Artık daha fazla adını görmek istemiyorum posta kutumdaki zarfların üstünde. 

21 Aralık 2009 Pazartesi



19 Aralık 2009 Cumartesi

Spordan Sorumlu Manyak Şİrket..!

Tele-pazarlama konusunda,Turkcell'in deli deli sms'lerinden bunalmış olan sevdiceğim bahsetmişti.Karamehmet kasabın bile nabzını tutup,sms göndermiş bir dönem,"XXX kasabında dana döşün kilosu 19,90'a" diye.Gerçekten de Turkcell'in bu olayı inanılmaz derecede can sıkıcı olmaya başladı.Reklamın iyisi,kötüsü olmaz mantığıyla yola çıktıkları kesin ve ben bu sms'lerde en çok adından bahsedilen firmaların adlarını burada yazmayacağım ki,ekmeklerine yağ sürülmesin.

İsmini vererek bahsetmek istediğim tele-pazarlama ekibi ise Sports International'a ait.Nasıl bir ekip kurdularsa,adamlarda gerçek ötesi bir seviyede yüzsüzlük ve pişkinlik sözkonusu.Bu iş için gazeteye ilan vermeye kalksalar aşağıdaki gibi bir metin,tam da işi tanımlar: 

"Pazarlama ekibimizde görevlendirilmek üzere,telefon kullanma konusunda deneyimli,aşırı derecede ısrarcı ve bezdirici,yüzsüz,hakaret ve aşağılanmaya karşı dayanıklı ve tüm bunlara rağmen sakinliğini ve soğukkanlılığını koruyabilen tele-pazarlamacılar istihdam edilecektir."

Bundan 2 sene evvel,eskaza,Acıbadem Nautilus'taki Sports International'ın kapısından girip,o kahrolası formu doldurmuş bulunmuştum.O gün bugündür kaç ayrı kişinin,kaç kere beni aradığını inanın hatırlamıyorum.Son 3 aydır artık ben de kibarlığımı ve sükunetimi kaybetmiş şekilde konuşmama rağmen arayanlarla,yine de yılmıyor adamlar.Zorla çıkartacaklar beni koşu bandına.

Dedim ki,
- Eğer spor yapmaya vaktim olursa,sağlıklı bir yaşam sürmeye karar verirsem ben sizi ararım,yeriniz belli,yurdunuz belli.
- Ama Puffy Bey,bu dönem çok uygun fiyatlarla,muhteşem kampanyalarımız var,faydalanmak istersiniz diye düşündük.
- Ne zaman arasanız beni hep kampanya var diyorsunuz,belli ki müşteri yokluğunda 12 ay kampanyadasınız.Üstelik ben satınalmacıyım.Ben pazarlık yaparak para kazanıyorum.Neredeyse bakkaldan Marlboro alırken bile "5 liraya olmaz mı usta?" diyesim geliyor iş alışkanlığından.Spor yapmaya karar verirsem inanın kendi istediğim fiyatla üye olmaya ikna ederim sizi. 

Ama yok abi,bu adamlarda dur durak yok.

Bu sabah saat 10 suları:
- Alo?
- Merhaba Puffy Bey,Sports International'dan Zafer ben,nasılsınız? Sporla aranız nasıl bu aralar? (sahte gülüş sesleri eşliğinde)
- Müsait değilim,kusura bakmayın..!
- Peki ben daha sonra tekrar ararım Puffy Bey.
- Aramayın.....çaaat..! kapattım suratına.
 

Saat 15:45:
- Efendim?
- Selamlar Puffy Bey,yoğun bir gün sanırım,Zafer ben Sports Inter......
- Yeter beeeeeaaaaaa.Kaç defa söyledim size ben spor yapmak istersem sizi ararım diye be kardeşim,nasıl bir yüzsüzlük,nasıl bir ısrarcılıktır bu anlamadım ki.Silin kardeşim telefonumu database'inizden.Daha da aramayın.Yapacağım varsa da sayenizde spordan soğudum.Bir daha ararsanız beni,savcılığa suç duyurusunda bulunacağım hakkınızda.Bu nasıl bir tacizdir.Yeteeeeeer..!
- Kampanyamız va.......
- Siktir lan...çaat..!


Eminim ki yaklaşık 1 ay sonra işe yeni başlayan bir adamın önüne koyacaklar listeyi,o da ilk heves,üye yaptıklarımdan prim alacağım diye heyecanlı bir şekilde arayacak beni.Şimdiden kusura bakma,işteki ilk haftanda senin moralini ve motivasyonunu bozacağım için,ama senin şirketin de benim psikolojimi bozdu.

13 Aralık 2009 Pazar

One & Only..!






Akım Derken Bokum..!

30 yıldır ülkenin,iliğini kemiğini kurutan terör belasından kurtulmak için binbir takla atan,tavizin,hoşgörünün,yerine göre sınır ötesi operasyonun dibine vuran Türkiye,sorunu yarattığı iddia edilen kesimin siyesi temsiliyle yeni tanışmadı.Rahmetli E.İnönü zamanında SHP bünyesinde mecliste koltuk edinen yine aynı insanlar,o dönem kendi halkalarını temsil ettiklerini düşünürken,sol görüşlü partinin güneydoğudan gelecek oy planları doğrultusunda konumlandırılmışlardı.Nitekim seçimden kısa bir süre sonra (1989) Paris'teki Kürt Konferansına katıldıkları gerekçesiyle partiden ihraç edildiler ve kendi partilerini kurdular(7 Haziran 1990 - Halkın Emek Partisi).

Yıllar geçtikçe Anayasa Mahkemesi kapattı,onlar yenisini açtı.HEP dahil olmak üzere tam 6 parti açılıp,kapatıldı.Son olarak DTP de geçenlerde kapatıldı.

Terörle geçen bu uzun yıllarda,her hükümetin,dolayısıyla devletin mottosu "Teröristle masaya oturmayız,ele başıyla pazarlık yapmayız" şeklindeydi.Bunun yerine top,tank,tüfek silahlı mücadele benimsendi,ki doğrusu da buydu bence.Çoluk,çocuk,kadın,erkek,yaşlı,bebek kimsenin gözünün yaşına bakmayan hain ve vahşilerle masaya oturanın kellesini de alırdı devlet kendi içinde.

Tüm bu süreçlerin ardından ulu insan Tayyip,kendine göre nihai çözümü bulduğuna kanaat getirdi ve adını "Açılım" koydu.Ardından da dağda mehmetçiğe sıkanları törenle karşıladılar,sınır kapılarında.DTP milletvekilleri ısrarla örgütü terörist olarak adlandırmaktan kaçınıyordu.Çoğunun yeğeni,kuzeni dağda karakol basıyor,köyleri yağmalıyordu.Kimsenin gözü,davaya aykırı bir hareket ve/veya söz etmeyi yemiyordu.AKP hükümetinin tüm alanlardaki kadrolaşması,Anayasa Mahkemesin'de de gözlemleniyordu.

Tüm bunlara rağmen,Tayyip'in işini yine Tayyip'in adamları bozdu.Dağdan,masaya taşınan mücadele ve çözüm planı,karşısında siyasi bir muhattap bulamayacaktı artık.Taa ki yeni bir parti kurulana kadar.

6 Aralık 2009 Pazar

Sahte Zaferlerin Sarhoşu..!

Koca şehir utanmıyor ağlamaya,ben utanıyorum.Hep utandım.Başkalarının yanında,yada yalnızken.30 yıllık ömrümde toplasan 5 kere ağlamışımdır.Belki 1005 kere ağlamam gerekmiştir de,ben 5 kere ağlamışımdır.

Hayatım boyunca hep basit şeyleri becerebildiğimi ise yeni yeni anlıyorum.Tatlı hayat yaşadığım yıllar boyunca,küçük zaferleri hep başarıdan saymışım.Kendimi işbilir,becerikli,kolay kavrayan bir bukalemun sanmışım.Ne zaman ki hayat karşıma alışık olmadığım bir olay çıkarmış,hep kaçmışım.Zora gelince hep geri vites yapmışım.Zihnim de,bedenim de tembelleşmiş.Birşeyleri hep benim adıma başkaları yapmış,ben kendim yaptım sanarken.

Şimdi saksıda duran orkidenin hayatını kurtarmaktan mutlu olup,yeniden filizlenip,çiçek açmasını bekler buldum kendimi.Çünkü o çiçekler varken,herşey çok daha güzeldi.

Sis şehrin üstüne indikçe,ben daha da körleştim.Görmem gerekenleri göremez,yapmam gerekenleri yapamaz,olmam gereken adam olamaz oldum.Şimdi ağlamayı,ağlayabilmeyi herşeyden çok istiyorum.Ama kendime zorla kazandırdığım bu özellik,izin vermiyor.Hoş ağlamak neyi çözecek onu da bilmiyorum.Bir de ağlamaya başlayıp,iyice çocuk olamam.

Severdim ben yağmuru.Artık sevmiyorum.İstanbul bana nispet yapar gibi geliyor.Hatta bununla da kalmıyor,beni sonu gelmez depresyonların dipsiz kuyularına itiyor.Ve ben bir süre burada,hakettiğim yerde yaşamak istiyorum.Başaramadığım şeylerin,beceremediğim işlerin ve mutlu edemediğim insanların pişmanlığını ve vebalini yaşamak istiyorum.

Herkes hakettiği gibi yaşar.Ben mutlu değil,günahsız yaşamak istiyorum.Günahlarım affedilecek gibi değilse,o zaman hakettiğime de razıyım.

Beceremedim,kusura bakmayın..!

Bu Sıralar,Bunlara Takmış Durumdayım..!

İki yakada da dünya kadar hastane varken,akşam 19:30 trafiğinde ambulanslar bağıra bağıra,ana arterlere,köprülere hücum ediyorlar.Üstelik emniyet şeridini kullanmak yerine sol şeridi boşaltma çabaları içinde belki de içindeki hastanın hayatıyla oynuyorlar.Tabi gerçekten içinde hasta varsa.

Yabancı kanallar sadece Ankara ve İstanbul'un hava durumunu rica minnet verirlerken,bizim kanallar,Varşova'dan,Bakü'ye kadar alayını yayınlıyor.Sanki ertesi gün oraya gidecek adam,merak içinde televizyon karşına oturup,"Acaba yarın nasıl bir hava ile karşılaşacağım?" diye seyrediyor.

Rusya devket başkanı Putin,masada etrafına topladığı Rus işadamlarına işçi çıkartmalarını engelleyecek anlaşmaları zorla imzalattırırken,bizim başbakanımız sokakta hakkını aramak için greve giden memura ve işçiye "Kendileri bilirler" diyor.Bu adam 48% oy yüzdesiyle başa geldiğine göre,
Türkiye'de devlet memuru sayısı 1,5 milyon,sendikalı işçi sayısı ise 3,2 milyon.Akp'nin geçen seçimde aldığı oy sayısı 15,5 milyon.Toplam 40 milyon oyun kullanıldığı seçimde bu oyların 10% unu işçi ve memur kullanmış.Bu bilgi bile,önümüzdeki seçimlerde Akp'nin alacağı oy sayısının ne kadar reel ne kadar düzen olabileceği hakkında fikir veriyor.

Dünya üzerinde neredeyse tüm kanunlar değişebilirken,senin kanunların ne zaman değişecek ey Edward A.Murphy ? Yetmedi mi çektirdiğin?

1 litre benzin 3,6 TL.
1 litre Coca-cola 2,5 TL.
Birileri bizi fena söğüşlüyor.

Bana internetten film ve dizi indirmeyi öğretenin,sağılığına duacı olurum. 

29 Kasım 2009 Pazar

20 Eylül 2009 Pazar akşamı,saat 23:00 sularında,1-0 kazanılan Büyükşehir Belediye maçının ardından,
"Siz ne zaman 6'da 6 seri gördünüz?" diye soruyordu Christoph,kendisini ve futbolcuları eleştiren yorumcu ve taraftarlara.
O Fenerbahçe bununla da kalmadı,seriyi 8 maça çıkardı.Muhtemel 24 puanın tamamını toplamış,17 gol atmış ve 3 gol yemiş olarak tepeden bakıyordu Süper Lige.
Bunu takip eden 6 hafta içinde,Fenerbahçe kazanabileceği 18 puandan sadece 7'sini hanesine yazdırabildi.9 gol atıp,(ki bunların 3'ü Galatasaray maçında atıldığı için pek de büyük bir başarı sayılmaz) 10 gol gördü ağlarında.
Bugün Beşiktaş ve Gençlerbirliği deplasmanlarda galip gelirlerse,lig başladığı yere dönecek adeta.Yani ne Fenerbahçe'nin 8 maçlık serisi,ne de Daum'un o ilk haftalardaki havasından eser kalmayacak.Zaten kendi evinde,seyircisiz bile olsa,Tayyip'in takımından 3 gol yiyerek mağlup olmak karizmayı çizmeye yetecek bir sonuç.







Allahtan içimiz rahat,gönlümüz ferah.
Söz verdi ulu insan,yüce başkan,St.Yıldırım.
3 yıl üstüste şampiyonuz.
O yüzden hiç koymaz bize bunlar.

26 Kasım 2009 Perşembe

Deniz Feneri E.V.'den Sonra Deniz Kabuğu A.Q.‏.!

Alışkanlık olarak benzini sadece PO'dan alırım.Uzun yolda bile olsam,benzinin bitmesini ve yolda kalmayı bile göze alırım bu uğurda.Ama çok da uzaktaysam PO'dan,ikinci tercihim Opet'tir. 
Geçenlerde nasıl olduysa,kendimi Shell'e girmiş buldum.Sanırım biraz da dalgınlığıma geldi."Neyse bir seferlik olsun bari" dedikten sonra parayı ödemek ve aynı zamanda sigara da almak için kasaya yöneldim.PO ve Opet'te akaryakıt ve diğer tüm ürün grupları için ayrı slip kesmeleri gerekiyor kredi kartıyla ödeme yapacağınız zaman.Burada da öyle,değişen birşey yok.Ama Shell'de kredi kartıyla sigara ve alkol satmıyorlar."Hay ben sizin..." diye içimden söverken,"Bu akşam sigara içmeyeyim bari" diye kendimi avutmaya çalıştım.

Eğer herşey Shell'in kredi kartıyla sigara satmaması ile sınırlı kalsaydı,muhtemelen bu yazıyı yazmamış olacaktım.

Normal şartlarda işe gidip gelmek için sabah 22,akşam 22 olmak üzere günde 44km. yol kateden arabam,50 TL'lik benzinle 5 günlük mesaiyi rahat rahat kurtarıyordu.
Fakat nedendir bilinmez,o hafta çarşamba akşamı eve dönerken depo dibini gördü.Üstelik Shell'den benzin aldığım gün olan pazardan,çarşambaya,arabanın devrinde,çekişinde,gidişinde belirgin farklılıklar olduğunu gördüm.Yani araba benzini hem çabuk bitiriyordu,hem de adam gibi gitmiyordu.


Sonuç olarak;
Bereketsiz mi desem,kirli,kötü akaryakıt yada uğursuz mu desem bilemiyorum ama,Shell'den aldığım benzinden ve alamadığım Marlboro'dan hiç memnun kalmadım.
Bilginize.

23 Kasım 2009 Pazartesi

Ayın Elemanı..!

Saat 16:30 sularında muhasebedeki kısa boylu,sıska,kıvırcık saçlı çocuk yanıma geldi:
  
- "Puffy Bey,sizde Antepli kağıt var mı?"
- "Yok canım,Halep İşi var,yersen söyliim" 



















Apartman Sakiniyim,Ama Sükunetimi Ne Kadar Koruyabilirim Onu Bilemem..!

Tam olarak bilmiyorum ama taşınalı 2 aya yakın bir zaman geçti sanırım.Sağı solu tanımaya fırsatım da olduğu söylenemez pek.Sabah 7'de evden çıkıp akşam en erken 8'de geri dönen bir adam olarak,güvenlik görevlileri ve kedilerden başka bir canlı göremiyorum.

Nedendir bilinmez,benim bloğun önündeki otoparkta yer bulmak,cennetten rezervasyon yaptırmak gibi birşey.Sabah ben çıkarken,hiçbir araba daha yerinden kıpırdamamış oluyor.Yani en erken evden çıkan ben miyim bu blokta?

Aynı şekil,eve en geç dönen de ben oluyorum ki,akşam da otoparkta yer bulmanın imkanı yok.Yerinden 1 hafta kıpırdamayan araba var yaa.

Neredeyse her evin balkonunda bir kedi veya bir köpek görüyorum.Ama hiç insan göremiyorum.2 ayda asansörde rastladığım insan sayısı da 3-5'i geçmez.Her sabah aynı okul servisi ile kafa kafaya geliyoruz.Göt kadar mesafede manevra yapmaya çalışarak vaktimi çalıyor.Geçen gece geç bir saatte park yeri ararken,aynı göt kadar yerde,bir kadın çaaat diye koydu park halindeki Citroen'e.Sonra da "Konuşursan,ölürsün" bakışı atarak geçti gitti yanımdan.Her yerde güvenlik kameraları var.Sitenin handyman' inden aldığım bilgiye göre,zamanında birinin dikiz aynasını kıran adamı,kayıtlardan tespit edip,hasarı tahsil etmişler.3 gün sonra benim arabama da vurursa o kadın,iki elim yakasında.

Kapıcı olayı bir muamma.Tam olarak ne yaptığını,ne zaman çöp topladığını henüz kestirebilmiş değilim.Sanırım hep farklı saatlerde gelerek,hedef şaşırtıyor.Yeni taşındığım dönemde,eşyalardan kaynaklı birçok irili ufaklı koli idi,sunta idi vs. (çoğunu kendim atmış olmama rağmen) kapının önüne bıraktım.Adam 3 gün inatlaştı benimle almadı onları.3 günün sonunda birinden laf gelmesin diye aldı sanırım.Şimdi kapıda bulaşık makinesine yuva yapmak için mutfak tezgahından kesip aldığım parçalar duruyor.Bırakalı henüz 24 saat oldu.Zaman daralıyor Mr.Doorman.

"Asansörle yük taşımak yasak" olmasına rağmen,2 büyük kanepe hariç tüm eşyaları hamalların da yardımıyla asansörle çıkarmayı başardım.Ve bunu yaparken nasıl oldu da hiçbir blok sakinine de yakalanmadım onu da anlamadım.Gerçekten insan yaşamıyor sanırım bu binada.

18 Kasım 2009 Çarşamba

Call Center Efsanesi..!

Hiç duymadıysam 10 kişiden duymuşumdur,
"Geçen Yapı Kredi müşteri hizmetlerini aradım.Oğlum bir hatun çıktı,nasıl tatlı tatlı konuşuyor,hasta oldum".

Hiç duymadıysam 20 kere duymuşumdur,
"Oğlum sese aldanma,onların hepsi paçoz,ortalama 100 kilo hatunlar.İnsan içinde gezmesinler diye call center a kapatıyorlar,anca sesleri duyuluyor".

Peki kim haklı?
Gerçekleri sizden daha fazla saklayamam sevgili blog dostları..!
Haklı olan o 20 kişidir.

Kanıtlarla konuşuyorum:
Noramin İş Merkezi'nde,giriş katının üstünde 4,altında 6 kat var.Yani bina göğe doğru 4 kat giderken,yerin dibine doğru 6 kat gidiyor.Yani neymiş, +4. kat ve -6.kata kadar uzanan ofisler zinciri.
Bu binada Cem Boyner'in müthiş icadı Back-up'ın da ofisi var.Bilindiği üzere Back-up geniş bir hizmet ağına ve skalasına sahip bir kuruluş ve doğal olarak sağlam bir call center altyapısına ve kadrosuna ihtiyaç duymakta.İşte bu call center binanın -5.katında konuşlanmış durumda.İnanın bana kadro müthiş.O telefonda size tatlı tatlı konuşan,yarı çingene,yarı köylü görünüme ve giyim zevkine sahip kadınları bırakın görmek,aynı binada çalışmak bile istemezsiniz.Ekmek parası işte,katlanıyorum.

Soru:
Şu anda tüm müşteri temsilcilerimiz diğer müşterilerimize hizmet veriyor,beklediğiniz için teşekkür ederiz". cümlesi size ne ifade ediyor?
Siz sanıyorsunuz ki,harıl harıl çalışıp,telefonda çözüm üretiyorlar.Bunların hepsi sabahtan akşama kadar,-6 girişinin önünde fosur fosur sigara içip,dedikodu yapıyorlar.Bir de üstüne üstlük 1 kat yukarıdaki ofislerine dönerken merdiven yerine asansörü kullanarak götlerini büyütüyorlar.

Siz siz olun,kanlı canlı görmediğiniz hiçbir müşteri temsilcisine güvenmeyin :)

17 Kasım 2009 Salı

Ah Teyzem,Vah Teyzem..!

Dün gece 23:30 sularında,tam da yatmaya hazırlanırken,cep telefonuma bir mesaj geldi:

"Puffy'cim,ben teyzen,sana yanlışlıkla ayıp birşey gönderdim.Sabah işe gider gitmez sil de başın derde girmesin..!"

"Allah" dedim,teyzem niyeti bozmuş herhalde,foyası çıktı şimdi ortaya,"Ne makara yaparım şimdi ben bununla" derken,sabah inbox'ımda beni aşağıdaki fıkra karşıladı.

Adam her gun papağanını camın onune bırakır işe öyle gidermiş.
Papağan da akşama kadar yoldan geçenleri izler, söylediklerini dinlermiş.

Bir gün gene papağan camın kenarında dururken aşağıda eylem yapan gençler 'Tek Yol Devrim' diye bağırıyorlarmış...

Ertesi gün sağcı gençler eylem yaparken papağan "Tek Yol Devrim" diye bağırmaya baslamış.. Sağcılar da evi taşlamışlar.. yakıp yıkmışlar.
Adam eve dönünce çok şaşırmış ve olanları komşulardan öğrenmiş.Papağana aynı şeyi bir daha yapmamasını söylemiş.
Bir sonraki gün solcular eylem yaparken papağan sağcılardan duydugu "Milliyetçi Hareket Engellenemez" sloganını söylemeye başlamış...
Bu sefer solcular evi taşlamışlar..
Adam eve döndüğü zaman bu sefer dayanamamış,papağanı kümese atmış...

Kümeste tavuklar:
Ne oldu lan artiz?
Bütün gün öyle orda camda durup etrafa bakmayı biliyordun..
 


Papağan: Siktirin lan orospular...Ben sizin gibi fuhuştan yatmıyorum...Düşünce suçundan yatıyorum..!

11 Kasım 2009 Çarşamba

Flashforward..!

"On October 6,the whole planet blacked out for two minutes and seventeen seconds.The whole world saw the future." 











Şiddetle tavsiye olunur..!
http://abc.go.com/shows/flash-forward
http://yabancidiziizle.com/359-Flash-Forward-1-Sezon-bolumleri-sayfa-1.html

8 Kasım 2009 Pazar

Organik Yok Mu Laaan..!

Alışveriş listeme şöyle bir baktım:
1-Organik süt
2-Organik yumurta
3-Organik ekmek
3-Organik yoğurt
4-Organik organ vs.vs.

Başta sahtekar doktor Öz olmak üzere,tüm dünya tutturmuş organik gida ile beslenin,ömrünüze ömür katılsın diye.Ben inanmıyorum bu organik olayına.Bundan 100 sene önce zirai ilaç mı vardı?Hormon mu vardı?O zamanki insanlar doğal tarımla,yani "organik" şekilde üretilen ürünlerle beslenmiyor muydu?Neden öldüler onlar da normal bir yaşta.

Hadi organik sebzeyi bir nebze anladım da,organik yumurta nedir allah aşkına?
Sordum sevdiceğime işin aslını,"Organik yumurta,kümes dışında rahat rahat özgürce gezinebilen tavuktan alınan yumurtadır". dedi.Ne yani,ben tavuk kümesten çıksın,ortalıkta gezinsin,salak salak ne bulduysa yesin diye mi yumurtaya 2 kat fazla para vereceğim.O kadar hayvan dostu olsam,cebine harçlık koyar,sinemaya yollarım horozla beraber.

7 Kasım 2009 Cumartesi



6 Kasım 2009 Cuma

Beni Öldürmeyen Virüs,Güçlendirir..!

Hayırlara vesile,domuz gribimiz de oldu.3 ay evveline kadar bacon tatmamış bir insan olarak,acaba mı diyorum,yoldan çıktım,dinden çıktım,ondan mı geliyor bunlar başımıza.Sonra da diyorum ki sende nerde o kudret,100 gram domuz eti yedin diye,rabbin tüm insanoğluna versin illeti.Hoş rabbimle alakası yok benim baconla aramdaki husumetin,ama merak etmedim,heves etmedim de hiç tatmadım bu zamana kadar.Yoksa beni cehennemde yakacak binbir türlü günah mevcut portföyde,domuzdan uzak durmak ne kadar hafifletici sebepten sayılır ki?

Derdi veren Allah dermanı da verir.Ama hepsini veren Allah,insana akıl da verir.Bazısı hayra yorar beynini,bazısı paraya.Yukarıdan gelen naçizane belanın biri cüzzam biri veba.Kim inanır gerisinin gaipten geldiğine.

Bugün domuz gribinin yarattığı global pazarın büyüklüğü 5 milyar $.
Amerikan ekonomisi hala topralayamadı kendini 11 Eylül'den bu yana.Sağolsun hükümet el verdi 30 milyon doz aldı aşıdan.220 TL'ye bugün Kızılay yapıyor H1N1 testini.Dediklerine göre aşı uygulanmazsa tahmini ölü sayısı 5.000,uygulanırsa 400 olacakmış.Yani her halikarda 400 masum,kalanlara gaz vermek adına feda edilecek.Bas iğneyi doktor,derman ol yarama.Yoksa giderim tez elden grip derdine.

2 Kasım 2009 Pazartesi

Üstümde 3 Kadın Var..!

Sanılmasın ki,ultimate erkek fantazisini hayata geçirmiş,emmeli,gömmeli bir aktivitenin içine girmişim.Bu kadınlar fiziksel olarak değil,hiyerarşik olarak üstümdeler maalesef.
İş hayatı zaten kendi dinamikleri itibariyle yorucu ve yıpratıcı,bir de kadın yoğun bir ortamda çalışmak daha da zor.Kadın,erkeğin aksine,ofis saatleri dışındaki hayatını,kavgalarını,aldatılmalarını,mutsuzluklarını,mümkün mertebe ofise taşımama konusunda beceriksiz.Erkeğin eve iş götüreni nasıl kabul görmüyorsa,işe ev getiren kadın da bir o kadar katlanılmaz olabiliyor.Üstüne üstlük bu kadınların 3 tanesi benim üstümde konumlanınca,benim hayatım daha da bir katlanılmaz oluyor.

İşle ilgili bir sorundan bahsederken,yada problemin çözümüne dair önerilerde bulunurken,bir erkek üste karşı ne kadar rahat ve geldiği gibi konuşulabiliyorsa,bu üst kadın olduğu zaman,hem kelimelere,hem de üsluba dikkat etme zorunluluğu,keskin bir bıçakla göğüs kafesimi tarumar etme arzusu uyandırıyor içimde.

Örnek:
"Müdür,bu ibneler bizim faturaların hiçbirini işlememiş,veriyorum notere,ne bok yerlerse yesinler,gerekirse gideriz mahkemeye,donlarını alırız kıçlarından".
yada;
"Şimdi Sinameki Hanım,durum şöyle,geçen seneden gelen mütabatsızlık yüzünden bu firmayla sorunlarımız var.Bu sebepledir ki,bla bla bla...".


Hay sıçayım bürokrasine de,hiyerarşine de.

Üstelik bu kadınların hepsi,ayda 20 günlük mesainin ortalama 3 gününde muayyen takılmaktadırlar.Normal zamanda bile çekilmez olan bu hiyerarşi,sivilce basmış bir yüz,sıfır makyaj ve sevimsiz tavırlarla birlikte,"işyerinde toplu katliam" a doğru giden bir yola sürükler adamı.

29 Ekim 2009 Perşembe

3D View-Master

Sevdiceğimin evinden taşıdığımız binbir türlü abidik gubidik eşyanın içinden öyle birşey çıktı ki,diğerlerinin hepsini unutturup,hepsine eyvallah dedirtti bana.
Çok severdim küçükken,saatlerce trak trak basar aynı kareleri,aynı resimleri seyrederdim.Çocukluğum geldi aklıma,aldım taktım ne kadar film varsa,kahkalar atarak baktım yine trak trak.O derece hoşuma gitti anlatamam.

Diyanet İşleri'ni De Görür Müyüz Günün Birinde Böyle?


28 Ekim 2009 Çarşamba

Karar Veremiyorum..!





 Samsung LE-40B651







Sony Bravia KDL 40W5500






İkisi de yeni nesil,ikisi de 100hz,ikisi de 102 ekran.Fiyatları da aşağı yukarı aynı.Evdeki Playstation3 varlığı Bravia'yı bir adım öne çıkarıyor,ama Samsung için de çok olumlu feedbackler aldım.Halen karar aşamasındayım,az anlayanı bile benden çok anlıyor sayarım,her türlü tavsiye ve öneriye açığım.
Saygılar.

27 Ekim 2009 Salı

Font Seçmece..!

 <<<-------<<< Eline gözüne üşenme,aşağıyı bir oku,bir bak karakterlere,denk gelen kutucuğu işaretle. 

Hep aynı fontu kullanmaktan sıkıldım.Diğer fontları da kullanmak istiyorum.Bir el atıverin de karar vereyim hangisini kullanacağıma,hadi canlar..!

1-Arial: bir klasik ama buraya ne kadar yakışır bilemedim.

2-Courier:Daktilo hiçbir zaman popülaritesini yitirmiyor.

3-Georgia:Uzun zamandan beri bundan vazgeçemiyorum.

4-Helvetica:Adı hep komik geldi bana,halvetica olsaydı keşke.

5-Times:Çok banal.

6-Trebuchet:Bu da iyi gibi be.

7-Verdana:Son olarak da bu var.

26 Ekim 2009 Pazartesi

Evet Bazen Ben De Çocuk Olmak İstiyorum..!

Kadınlar erkekleri,bıkmadan usanmadan suçlamaya bayılırlar.Çoğu zaman duyarsızlık,kabalık,düşüncesizlik gibi başlıklar altında toplanan bu suçlamaların içinde biri vardır ki,kadın kendi yaptığını profesyonelce örtbas etmek için kullanılır.

"Çocukluk"

- Ay çocuk gibisin..
- Çocuk çocuk konuşma allah aşkına..
- Bütün erkekler çocuktur..

Yok yaaaa?
Erkeğin aslında çoğu okazyonda kadından daha duygusal olmasının,dişi jargonundaki karşılığıdır "çocukluk".Erkek duygusal bir canlıdır.Bunu dışarıya göstermekten çekiniyor olması bu gerçeği değiştirmez.Ama erkeğin duygusallığını anlayabilmek için de çaba sarfetmek gerekir.İşin kolayına kaçmak ise "Erkek dediğinin çocuktan ne farkı var?"tümcesidir.

Gerçekte ise,asıl çocuk olan kadındır.Nasıl çocuk dediğin mahluk,süpermarkette ebeveynlerine ağlamak,ciyak ciyak bağırmak metoduyla istediği şeyi aldırır,kadın da bunu nadiren gözyaşıyla,çoğunlukla da soğuk ses tonu,muhtelif trip ve "Neyin var?" sorusuna "Yok bişii..!" cevabıyla yapar.
Üstüne gidip,sorunun ne olduğunu öğrenmeye çalışırsın,laf uzar da uzar,sonunda "Beni rahat bırak,gelme üstüme boğuluyorum" olur.
Yada ses etmeden telefonu veya sohbeti kapatır,kendi işine bakarsın,48 saat geçmeden "Sen ne duyarsız adamsın,ben anlatmasam hiçbirşey soracağın yok"a bağlar.

* Gecenin 11'inde telefonum çalar,yengen çamaşır makinesi ve kurutma makinesi nereye konacak diye dertlenmiştir.Aslında bellidir neyin nereye konacağı,belli değilse bile fazla da alternatif yoktur zaten.Ama dertlenip,seni de darladığı zaman,beyaz eşya yerleşti yerine sanır kendisi :)

* Sifonun kapağı kırıktır,defalarca değiştireceğimi,yeni bir klozet takımı alacağımı söylemiş olmama rağmen,yine aynı telefon görüşmesinde "O klozet noooolucaaak?" diye sorar.

* Durduk yere,hiç beklemediğin bir anda inanılmaz şekilde sırnaşıklaşır ve yılışmanın bokunu çıkarırsa,bilirim ki 3 - 5 gün evvel çıkarttığı fuzuli bir arızanın farkına varmıştır.

* İkea'da gezinirken,çoğu zaman ne olduğunu bile anlamadığım birçok nesne! 'yi fikrimi sormak için bana gösterdiğinde,aslında hiç de ilgilenmediğim bir mecra olduğunu anlatmak için sadece "güzel" demekle yetinirim.Ama bu onu asla kesmez,o nesne! 'ye baktığında gördüğü ve hissettiği şeyin aynısını benim de görmemi ve hissetmemi bekler.Binlerce model ve değişik ürünün içinden yüzlerce abidik gubidik şey beğenir,fakat benim gösterdiğim herşeyi o meşhur bakışıyla hakir görür.
14.09.2009
Pazartesi

18 Ekim 2009 Pazar

Seviyorum Ama Kimi,En Tatlı Birisini,Nasıl Anlatsam Sana,Kalçalara Baksana..!

"Hepimiz sürekli diyetteyiz, yaşam boyu. Sokaklar 34 bedene giremediği için hayıflanan genç kızlarla dolu. İndirim sezonu bittiğinde mağazalarda kalan giysiler hep 40 beden ve yukarısı..........mesele zayıflamakla bitmiyor. Cildimiz hiç dergilerdeki modeller kadar pürüzsüz, saçlarımız parlak, dudaklarımız dolgun, göğüslerimiz dik olmuyor. Oysa bal gibi biliyoruz, hepsi üzerinde oynanmış fotoğraflar..........dergilerdeki kadınların varisi, çatlağı yok. Ya karnımız çatlarsa diye hamile kalmaya korkuyoruz, gülerken gözlerimizin kenarı kırıştı mı diye dert ediyoruz".

Banu Tuna
Hürriyet 17.10.2009

Yıllardır dilimde tüy bitti anlata anlata.
"Kadın dediğin etli butlu olmalı,az biraz selüliti,hafiften karın bölgesinde çatlakları olmalı.Bikini giydiğinde ayva gö
bek inceden sarkmalı,bacakları hafif kalın,kalçaları bacaklara doğru biraz baskı yapmalı" diye.
Anlattım da ne oldu.Tanıdığım,bildiğim tüm kadınlar aynı Banu'nun anlattığı gibi hep şikayetçi.

Dayadılar önümüze kaburgası sayılan,kalça kemiği kasık delen,kibrit çöpü gibi kadınları o ciğeri beş para etmez,erkek mi kadın mı belli olmayan binbir şekil modacılar.Ne göğüs var tutmalık,ne kalça var sıkmalık.Kadın diye yutturdular bize.Manken ne kadar az olursa,kıyafet o kadar öne çıkarmış.Kadın böyle olduktan sonra,kıyafetin tillahı olsa ne yazar.

Peki Glamour ne yaptı kasım sayısında?

İşte bunu yaptı.Açlıktan ağzı kokan kadınları itin götüne sokup,eti,budu,kalçayı baştacı yaptı.Çok da iyi yaptı.Kadın erkek farketmez.Sorarım hepinize,bu kadınların hangisi geniş kalçası,hafif sarkık göğüsleri yada ayva göbeği yüzünden yataktan tekme vurmak suretiyle atılır günün ilk ışıklarıyla birlikte?Yiyin için allahaşkına,takmayın kafayı göte başa.Sizi seven,beğenen adam her şekilde sever,her şekilde beğenir.Üstelik çoğu erkek de sizi böyle beğenir.Hem neden çoğu varken azıyla yetinmek zorunda bırakasınız bizi?

12 Ekim 2009 Pazartesi

Paran Yoksa Cinsel Hazdan Uzak Kalacaksın,Fantazi Sana Haram Sanma Ey Dar Gelirli..!

Herşeyi tamam memleketimin her köşesinde bir sex shop,google'da sex shop yazıp aratsam sadece Türkçe sayfalarda 1.100.000 adet sonuç çıkıyor.Herşeyin bokunu çıkarma özelliğiyle nam salmış yurdumun esnafı,tüccarı 70 milyonluk ülkede 7 bin sex shop açıyor.10 bin kişiye bir mağaza düşüyor.
Durum böyle olunca veriyor millet kendini filipinli çüküne,uzakdoğu kukusuna.Yok ben sunisini sevmem ille de kanlı canlı olsun diyene de,binbir aparat ve kostüm seçeneği mevcut.
Az da para değil tüm bunlar.Bugün bir polis kostümü 200 TL'den,bir french maid 250 TL'den başlıyor ey ahali.

Pekiiiii....Parası olana vur patlasın çal oynasın da,dar gelirli kuru kuru misyonere mi talim edecek?

Tabi ki hayır..!

Bu ülkede sizin de sesinizi duyan,sizin de seks hayatınızı renklendirecek,her türlü bütçeye uygun ürünler sunan bir kuruluş var.

"İŞMONT"




Karın french maid olamıyorsa,sen şef garson ol.Polis yok belki ama taş gibi security var.En çıtırından SSK hemşiresi cabası.Basit kalır beni kesmez dersen yandan yemiş Memorial doktoru var.Tüm kostümlerde tepsiden, adisyona,coptan,kelepçeye,stetoskoptan,vizit cetveline kadar her türlü aksesuar da mevcut.

Şimdi sevişmezsen ne zaman sevişeceksin orta direk.Aman Sabahlar olmasın....!

11 Ekim 2009 Pazar

Kadının Gösterişsel Değişimi ve Ekonomik Gelişimi..!

Çok değil,bundan 3 -5 yıl öncesini düşündüğümde,kadının üstündeki elbise,ayağındaki ayakkabı,boynundaki kolye yada tenindeki parfümün,parasal değeri ne kadar yüksekse,o kadar sohbete konu edilir,herkes kendinin yada sevgilisinin/kocasının/dostunun aldığı bu metanın ne kadar pahalı olduğunun vurgulamaya bayılırdı.

"Eşeğe altın semer vursan,eşek yine eşek"
özlü sözüne rağmen,beş para etmez,cahil,kültürsüz,seviyesiz kadınlar bile üstünde taşıdığı rakamsal değerin ona suni olarak kazandırdığı değerin kaymağını yerdi.
Ben dahil birçok adam,bu zamanda bile,devasa bir jeep'le köprü yolunda seyreden genç kadının mutlaka sağlam bir tokmakçısı olduğunu düşünüyor olması ise muhtemelen,"Ben Honda'ya binerken,elin kadını jeep'e biniyor" kıskançlığından ibarettir.

Gelelim kadının o günden bu yana geçirdiği gelişim ve değişime.

Neredeyse milletin gözüne gözüne sokmak için elbisesinin etiketini sökmeden gezenler,şimdilerde ucuza mal kapatma becerileriyle övünmekte,aldıkları bir malın ceplerinden ne kadar az bir tutarı alıp götürdüğünü başarı saymaktalar.

"Nasıl elbisem?40 liraya aldım".
"Kızıııımmm,Bodrum'da 60 lira dediler,aynı kolyeyi Sirkeci'den 15 liraya aldım".

Ha tamam.Şu da bir gerçek.Kadın kısmı indirim ve avanta kovalamakta erkeklere oranla daha takipçi ve başarılılar ama,100 liralık malı 40'a aldıklarında yaptıkları savingi,hemen ardından yaptıkları başka bir hareketle hibe edebiliyorlar.Örneğin 40 liraya 2 sene giyeceği ve kendi deyimiyle "Şahaneeee..!" olan bir ayakkabıyı ayağına geçirip,el kadar kreme 200 tl'yi lak diye yatırıyor.Bunu yapan kadın kendini yorum bırakarak ele verir mi onu bilemem ama :)

Kadındaki bu gelişim ve değişim uzun vadede erkeklerin de işine yarayacaktır kesin ama 1 - 2 seneye bu trend de biter gibi geliyor bana :)

9 Ekim 2009 Cuma

Ground Zero..!

Haşmetli,heybetli,devasa Maslak 3M Migros'un bu hale geldiğini görmek,kalbi olan herkesin içini sızlatmalı.

6 Ekim 2009 Salı

2 Ekim 2009 Cuma

Ben İbneleri Dövmek İsteyince Bana Kızanlar İçin..!

Hoş bu beni döver gibi duruyor ama,ilk yumruğu ben vurursam kalkamaz..!

Azis'den geliyor....
Zabravi Me......yani.....Unut Beni...!
Unuttum bile.

Rüştü'yü Bize Verin..!

1993 yılında,tam da Beşiktaş' la anlaştığı dönemde yaptığı trafik kazasında,bir arkadaşının öldüğü bu arabadan sağ çıktı ama,transferi suya düştü.Antalyaspor' da oynamaya devam ederken,Fatih Terim onu keşfedip milli takıma çağırdı.Fenerbahçe' ye transfer olması çok uzun sürmedi.
İlk 11'e girmesini, o dönem Fenerbahçe' nin kalesini koruyan Engin İpekoğlu' nun bacağının kırılması sağladı.Ardından 9 yıl boyunca Fenerbahçe' nin kalesini korudu.

14 Aralık 1999' da Pendikspor' a deplasmanda 1-0 kaybeden Fenerbahçe kupadan elendi.Maçın akşamında Dereağzı tesislerine dönen takım,tesis çıkışında taraftarların hışmına uğradı.Özellikle Rüştü' ye saldıran öfkeli taraftarlar,arabasının önünü kestikten sonra,kapısını açarak yumruk ve tekmelerle Rüştü' yü bir temiz sopaladı.

2007'
de Beşiktaş' a transfer oldu.

CSKA Moskova maçını kaybeden Beşiktaş' ı Sabiha Gökçen Havalimanı' nda karşılayan yine öfkeli Beşiktaş taraftarları,başkana ve yönetim kuruluna yumurta fırlatıp küfür etti.Taraftarların yöneticilerden talebi ise alışılagelmişti.

"Rüştü'yü bize verin".

Artık iyice şamar oğlanı olmuştu.
Allahtan,canı sıkılan,sinirlenen,kendini kaybeden taraftarın imdadına yetişecek bir Rüştü var.Darlanan iki tane yapıştırıp rahatlasın.Zaten bu tiple,yılan gibi bir hatunla evlendiği için,taraflı tarafsız her erkeğin inceden inceye kin beslediği bir arkadaşımızdır kendisi.

Rüştü Reçber halen Beşiktaş'ın sözleşmeli futbolcusudur.Işıl Reçber'le evli olan Rüştü,biri kız,bir erkek olmak üzere,2 çocuk babasıdır.

1 Ekim 2009 Perşembe

Köyden İndim Şehire..!

Yeni evimize aldığımız vitrifiye ürünlerini takacak olan sıhhi tesisatçı ile buluşmak üzere erken çıktım ofisten.Maslak' tan bindim,Beşiktaş' a doğru yol alırken,tam da Zincirlikuyu' da metrobüs durağının önünde durdu minibüs."Ulan" dedim "Bırak bu burjuva ayaklarını,karış halkın arasına nabız yokla son dönemin "IN" toplu taşıma aracında".

Nitekim alışmadık götte don durmaz misali,elimde bozuk para bilet gişesi arıyorum."Akbil olmadan binemezsin" dedi Kazım Karabekir' in silah arkadaşı olacak yaşta bir bey amca.Bir de hakir gördü ki beni hiç sormayın.Turnikeye yöneldim,önümde giden üniversitenin ilk yılını okuduğunu tahmin ettiğim kızın omzuna dokunup,parasını vermem karşılığında beni de akbiliyle turnikeden geçirip geçiremeyeceğini sormak için.

"Tabi buyrun,para gerekmez"
dedi."Olmaz" dedim,"Vereceğim parasını".

Kızın tavrı bir anda değişti,seri bir adımla uzağa attı kendini benden."Ama olur mu,lütfen!" demeye kalmadan hızlı hızlı yürümeye başladı.Bana sağda solda gördüğü kızlara asılan serseri muamelesi çekince delirdim bir anda.

"Ne ki bu anlamadım,bir ricada bulundum,sen de geri çevirmedin.Ben de karşılığını vermek istedim,neden böyle davranıyorsun dedim?"

"Eeeeeeh yeter be,bırak peşimi"
diye bir bağırdı,durakta bekleyen herkesin kafası bir anda bana döndü.

Başından beri çok yanlış bir seçim olduğunu o anda farkettiğim metrobüs durağında mal gibi kaldım orta yerde.Sinsi sinsi sindim bir köşeye.Bekledim ki o beni taşlamaya hazırlanan kalabalık,binsin gitsin.Ben yepyeni bir çevre edinerek,arkadan gelene bineyim diye.

"Not:Metrobüs'ün içi inanılmaz soğuk,klimalar max seviyede çalışıyor.Aka koltuktaki adam ölse,kokmaz"

29 Eylül 2009 Salı

En Seductive Vitrin Oscarı..!

Resimde görmüş olduğunuz 100 TL' lik banknot,yaklaşık 2,5 haftadır sevdiceğimin cüzdanında bozulmayı bekliyor. Ben ise ayın bu son günlerinde lack of cash çektiğimi,nasıl yaparım da hissettirmem diye uğraşırken,tam da maaşa bir gün kala ebelendim.Bir de üstüne "Artık para çeksen diyorum" şeklinde rencide edildim.Son çare kartımı ve şifresini vererek durumu örtbas etmeye çalıştım.
Normal şartlarda gereksiz pahalı olduğundan şikayet ederek almayı tercih etmediği panino ile masaya döndüğünde,ben de kendimce intikamımı,kuş kadar paninonun en güzel kısmını ısırırarak aldım.

26 Eylül 2009 Cumartesi

Evlilik Öncesi Sancılar,2 Doğum,3 Böbrek Taşına Bedelmiş..!

Bu seneden itibaren,ülkemizde de resmi tatil olarak ilan edilen ve çalışan kesim tarafından sevinçle karşılanan 1 Mayıs' ta aldık evlenme kararını.O günden bu yana da hummalı bir şekilde evliliğe hazırlanıyoruz.Ama bizimki ilk etapta evlilikten ziyade, "ev"lilik çalışmasına döndü.

Neyse güzel bir daire bulundu.Kiralandı.Genel hatlarıyla alınacak eşyalar belirlendi,hatta beyaz eşyalar alındı.Bu süreçte doğal olarak 2.192 sayfa katalog karıştırıldı, 3.644 webpage görüntülendi, 433 km. yol katetildi, 50' yi aşkın İsveç köftesi yendi.Değdi mi?Değdi.Alınmış ve alınacak olan çoğu şey fazlasıyla içimize sindi.

Fakat buradan,evlenecek ve ev kuracak çiftlere seslenmek,başlarına gelebilecek durumlar hakkında uyarmak isterim.Herkes söylüyordu bu dönemin sancılı ve kavgalı geçeceğini ama "Ne kadar kötü olabilir ki?" diye çok da kulak asmadığıma pişman oldum.İnsanların ne kadar haklı olduğunu gördüğümde ise gerçekten şaşırdım.


  1. Boya-badana,ufak tefek tamirat gibi işleri kendi başınıza halledin.Kadının tek participation'ı elindeki katalogdan renk seçmek olsun.
  2. Beğendiği şeylere kabahat bulmayın,beğenmişse,beğenmiştir.Size göre zevksiz bir seçim olabilir,ama,kadının beğendiği şeyi tasdik etmemek başınıza iş açabilir.
  3. Dünyanın en büyük yalanlarından biri de "İkimizin de beğendiği birşey olsun" dur.Alacağınız 10 parçanın içinde ikinizin de beğenebileceği en fazla 1 parça olacaktır.Çünkü,kadın ve erkek beğenisi hiçbir okazyonda,ev eşyası belirleme sürecindeki kadar birbirine zıt olamaz.
  4. Kadın kısmının,ekonomiden,hesaptan,kitaptan anlamadığı aşikardır.En çok anlayanı Tansu Çiller'di (o derece yani).Bu yüzden kadını,"kendi" parasını harcarken bile yalnız bırakmamaya dikkat edin.Bir çamaşır makinesi parasını,kettle ve tost makinesine yatırabilir.
  5. Şu kalıplara alışın: "Evimde kesinlikle ........................ istemiyorum". "................ asla alamazsın,hiçbir yere koyamazsın". "................. alacağım,............... yapacağım".Yani özetle,kadının cümleleri genelde birinci tekil şahıs formundadır.Ama her fırsatta yapılan işin,alınan eşyanın veya kurulan düzenin bir parçası olamadığından,herşeyin dışında tutulmaya çalışıldığından şikayet edecektir.Artık noktalı kısımları kendinize göre doldurursunuz.
  6. Sizi çileden çıkarttığını ve/veya çıkartmak üzere olduğunu anladığı anda "Beni seviyor musun?" diye soracaktır.Eğer gerçekten (hala) seviyorsanız dürüst olun ve bunu ona söyleyin.Yok sevmiyorsanız yeniden sevmeye gayret edin.Bu kadar ızdırap boşa yaşanmış olmasın :)
  7. Haklı dahi olsanız,asla ama asla,annesinin yanında onunla kavga etmeyin.Uzun vadede aleyhinize kullanılabilecek her türlü aksiyondan uzak durun.Anne ile kızı arasındaki bağı hiçe sayacak bir erkek,kendi ipini kendi çekecektir.
  8. Her ne olursa olsun,o an için ne kadar daralacak yada sıkıntı,dırdır çekecek olursanız olun,doğru olduğuna inandığınız birşeyi sonuna kadar savunun.Kadının mantıklı düşünebilmesi ve aklın yolunda karar kılması en az 48 saat sürecektir.O dakikadan sonra,ne kadar doğru düşündüğünüze,ne kadar doğru konuştuğunuze dair takdirleri dinleyip,kedi gibi sırnaşan müstakbelinizin keyfini sürün.(Tecrübeyle sabittir)
& They Lived Happily Ever After..!

22 Eylül 2009 Salı

Hayatımda Çok Şey Eksik..!‏

> Kokusuz kolonya.(Sadece ferahlatıcı etkisinden faydalansak,pürel değil ama)
> Sabah 10:00'da işbaşı,öğlen 14:00'te paydos.
> Kalorisiz patates kızartması.
> Asla ama asla,hiçbir şekilde buruşmayan,kırışmayan gömlek. (Var demeyin,bu daha yok)
> Günde 1 saat uykunun yetmesi.
> Batmayan sakal,uzamayan tırnak.
> Evdeki hesaba uyan Turkcell faturası.
> Çoklu erkek orgazmı.
> Bozulmayan fotokopi makinesi ve faks.
> Adam gibi çalışan blogspot.
> Bitmeyen benzin.
> İlk yarıyı 4 - 0 önde kapatan Fenerbahçe.
> Tek maçtan yatmayan iddaa kuponu.

Çok şey mi istiyorum..?

21 Eylül 2009 Pazartesi

K.P.B.T. (Day 2)..!

Güne hoparlörden taşan,sadece "İyi ki doğdun,iyi ki varsın" sözlerini hatırladığım ve mümkünse hayatımın geri kalanında bir daha duymak istemediğim bir şarkıyla merhaba derken,merdivenlerin sonunda beni karşılayan kayınpedrom bana sarıldı.Günün anlam ve ehemmiyetine uygun davranmak istemiş anlaşılan.Müziğin desibelinden kaynaklı karşı komşulara da reklam olmuş bir şekilde verandadan tebrikleri kabul ettim.

Babamın telefonundan beni arayarak sırayla doğumgünümü kutlayan beleşçi annem ve kardeşimin tebriklerini de aldıktan sonra kahvaltı ettik.Pedro şahane tost yapıyormuş onu öğrendim.Tostları alüminyum folyoya sararak pişirmeyi de babasından öğrendiğini farkettim yarimin.

Tansaş' tan içim kan ağlaya ağlaya alışveriş yaptıktan sonra,buradaki Dia mağazasını hangi iş arkadaşıma şikayet etmem gerektiğini düşündüm.Herif kendine feodal bir franchise kurmuş,kafasına göre at koşturuyormuş kasabada.Herkes de şikayetçi,kimse alışveriş yapmıyormuş Dia' dan,sırf bu herif yüzünden.Bittin oğlum sen.

Buradaki insanlar tamamıyla dünyevi zevklerin esiri olmuş gibi.Sabah 10:00'da başlıyor alkol ve sigara tüketimi,gün içinde yenen abur cuburun haddi hesabı yok.Bakkal,market sahibi cirosunun yaklaşık 70%' ini alkol ve sigaradan yapıyor."Sigara ve içki alacağım,kredi kartıyla veriyor musunuz?" diyerek girdiğim bakkal,"Onları vermezsek burada aç kalırız" dedi.Ama pos makinesini kullanmayı bilmediği için,kendi işlemimi kendim yaptım ve ona da öğrettim.
Ve ben yoldan çıkmaya ne kadar da meyilliymişim meğer.Allahtan ağzımın bütün gün alkol kokması sevdiceğimin inceden hoşuna da gidermiş.Buna sığınarak yudumluyorum biramı bu yazıyı yazarken.

Ardından önde pedroya,devamında da saç sakal karışmış karşı komşuya tavlada kaybettim.Babam bana yıllar evvel"Sakalı senin saçından uzun bir adamla asla tavla oynama,kazanamazsın" demişti ama,ben yine onun lafını kulak arkası etmenin cezasını çok ağır çektim.

Arabanın benzin göstergesi kırmızı çizginin oralarda geziniyor ama yapacak fazla birşey yok,çünkü en yakın benzinci 20 km. ötede.Tek dileğim oraya kadar idare etsin.Yoksa elde bidon vurucam kendimi virajlara.Akşam saatlerinde nişanlım beni doğumgünüm şerefine yemeğe çıkartacak ve planı 20 km. ötedeki benzinciye yakın yaptığı için şanslı sayılırım.

Bu yemeğin ve gecenin ayrıntılarını bir sonraki episode da aktarırım belki,bilmiyorum.Ama anladığım kadarıyla bu tatil daha çok şeye gebe.

20 Eylül 2009 Pazar

Kayınpedro Palace'da Bayram Tatili (Day 1)..!

Bu bayram uzun bir aradan sonra ilk defa şehirden kaçma fırsatı geçince elime,hiç düşünmeden vurdum kendimi İzmir yollarına,sevgili nişanlımın saygıdeğer pederinin denize nazır konağında konaklama ve kahvaltı olanaklarından faydalanmak üzere.

Mudanya'da feribottan indikten sonra 360 km Susurluk Starbucks dinlenme tesislerindeki yemek faslından başka bir kesintiye uğramadan rahat rahat geldik.Yollar tahmin ettiğimden daha boştu.Sabah 10:30' da Manisa-İzmir otobanında freni patlayan kamyonun haberini okuduğumda,Tayyip'in değimiyle macerayı teğet geçtiğimizi öğrendim.

Bu yolculukla birlikte,sevdiceğimin gönlündeki uçak sevgisini tamamen öldürdüğümü düşünüyorum.En azından İzmir, Ankara gibi çok da uzak sayılmayacak mesafeler için,ayağım pedalda olacak,kıçım havada olacağına.

İzmir'in bu küçük kasabasında insanlar o kadar sıcakkanlı ve sevecen ki anlatamam.Zaten herkes birbirini tanıyor ve bir çeşit komün hayatı yaşanıyor zaten burada.Benim kasabaya geleceğimin haberi genelde benden önce ulaşıyor tabi ki.Damat geliyor diye heyecanlanan kasaba halkı,sağolsunlar benimle yakından ilgileniyorlar.Dün akşam saatlerinde havanın serinlediği bi saatte havuzdan titreyerek çıktığımda bana uzatılan Black Label mı desem,kahvaltıda önüme konan mükellef sofrayı mı desem,yoksa kayınpedromun dolaba doldurduğu litrelik rakılar,buz gibi biralar mı desem?

Ne yalan söyleyeyim,keyfim pek yerinde.
Yarın itibariyle doğumgünüm olduğu için,kutsal topraklardaki bu kutlamalara sevdiceğimle başbaşa katılmayı planlıyorum.Bana aldığını beyan ettiği 4 parça hediyeyi bir an evvel teslim almak ve yapacağını vadettiği tiramisuyu yemek için sabırsızlanıyorum.

Şu an yanımda yazımı bitirmem ve onunla birlikte havuz kenarına inmem için bekleyen sevdiceğime selam eder,büyüklerimin ellerinden,küçüklerimin gözlerinden öperek iyi bayramlar dilerim.

(Kendi pederime not: Bayramların vazgeçilmezi,yıllarca yaşatılmış geleneklerimizin en güzeli olan "bayram harçlığı" konseptine bu bayram itibariyle son veren kendisini şiddetle kınıyorum.)

16 Eylül 2009 Çarşamba

Taksim - Koşuyolu..!‏

Taksi ücretlerine zam gelmiş.Hayırlı olsun.
Açılış 2,00 TL'den 2,50 TL'ye,kilometre başına ücret ise 1,30 TL'den 1,40 TL'ye yükselmiş.
Kaba bir hesapla 3 gün evveline kadar Taksim'den Koşuyolu'na (15,7 km) köprü dahil 25 TL' ye giderken,artık 27 TL' ye gidiyor olacağız.
2 lira nedir diyebilirsiniz ama zammın oranı 8%.Kurumsal yada patron şirketi farketmez,kim aldı bu sene 8% zam.
Memura yapılması planlanan maaş artışı 4% , emekliye 2%.
O da tek seferde değil,ikiye bölünmüş şekilde, 1. ve 6. ayda.

Buna ilaveten,"gece tarifesi" denen saçma uygulamaya da son verilmiş.Böyle bir uygulamanın zaten hiç olmaması gerekirdi.Bugüne kadar bir kere hariç,gece tarifesinden yolculuk yaptığımı da hatırlamam.12:00'den sonra taksiye binen adamın repliği birdir: "Bostancı gündüz?"


Neden vardı bu gece tarifesi?Gece araba daha mı fazla mazot yada gaz yakıyor?Şöför daha mı fazla efor sarfediyor?Tam tersine gece 12:00'den sonra yollarda in cin top oynuyor.Ne trafik var ne birşey.Çekiyorlar arabayı bir hastane yada pastane önüne,bütün gece lak lak muhabbet.Üstelik alayı gece çöktü mü veriyor alkolü,çekiyor esrarı.Can güvenliğimiz de yok.Ben rakı içmiyorum araba kullanacağım zaman,karımızı,kızımızı elin sarhoş şöförüne mi edeceğiz.

Etliğe,Sütlüğe Karışmayan,Vurdumduymaz,Tavşan Boku Misali,Akmaz Kokmaz İnsanların Kahramanıyım..!

Medeni cesaretsizlikten midir,yılların verdiği eziklik duygusundan mıdır,yoksa özgüvensizlikten midir bilemem ama,insanların sıkıntılarını dile getirmek,düşüncelerini paylaşmak yada içindeki sinir ve cerahati kusmak için neden hep birilerinin bir yol açmasını,bir fırsat tanımasını,bir şans vermesini bekler hiç anlamam.Hakkını aramaktan neden bu kadar çekinir Türk insanı,onu da anlamam.

Hayatım boyunca hep böyle insanlara rastladım,hep böyle insanlarla uğraştım.Bir kuyrukta beklerken,herifin biri gelir araya kaynar,sesi soluğu çıkmaz kimsenin, "Hoop birader,ayıp oluo" dediğim anda başlar homurdanma ve hareketlilik kuyrukta.Nerede aklınız kardeşim,ne farkınız var koyun sürüsünden başınızda çoban varken.
Koca şirkette benimle aynı işi yapan bir sürü insan var.Ve aleyhimize gelişecek bir olay var ufukta.Kimsenin itirazı kimsenin söyleyecek bir sözü yok.Ben dayanamıyorum patlıyorum ortalığa,ne junior ne senior müdür kurtulabiliyor gazabımdan.Ortalık yere kusuveriyorum.Herkes sus pus,kimse durmuyor arkamda.Sonuç olarak sivri,anarşist diye adım çıkıyor.Uzun vadede benim o gün verdiğim mücadelenin haklı olduğu herkes tarafından anlaşılıyor ama,benden başka herkes bunun ceremesini çekmek zorunda kalıyor.Çünkü şimdi konuşmazsan,ilelebet susmak gerekiyor.

Geçen pazartesi günü ofise geldiğimizde masalardan,masaların altlarından bir sürü kaybolan eşya vardı.İlk başlarda haftasonu ofiste kapsamlı bir temizlik yapıldığını ve kaybolduğu sanılan eşyaların depo olarak kullanılan odalardan birine kaldırıldığını sandı herkes.Herkesi cc'ye koyup bir mail attım idari işlere,çünkü masamdan kaybolan 68' model kırmızı Mustang GT oyuncağım benim için çok değerliydi.

Ben bu maili attım ya,ardından hiç abartmıyorum,18 kişi benim attığım maili forwardlayarak "Ay benimde şuyum yok,ay benim de buyum kayıp" diye doldurdu inboxımı.Neden bekliyorsunuz arkadaşlar,sadece benim masamdan mı kayboldu bu eşyalar.Kimsenin aklına gelmiyor mu bu işi sorgulamak.Dayanamadım yine kalktım gittim idari işlere,haftasonu ofise giren çıkan herkesin dökümünü istedim.Birlikte check ettik listeyi,tamir ve bakım işleri için 48 farklı kişi girip çıkmış ofise.Ön ayak oldum da iş merkezinin kamera kayıtlarını talep ettik yönetimden.Herkes kaybolan eşyasını yazdı,bir liste oluşturuldu.Şimdi olay direktörlük seviyesinde araştırılıyor.
Bakalım ne olacak?

14 Eylül 2009 Pazartesi

Bedava Vending Machine'den Sonra En Büyük Güzellik..!

Teknoloji yoğun canım şirketim,çalışanlarının rahatını ve lüksünü o kadar önemsiyor ki anlatamam.
Sabah ofise girerken,resepsiyonda koca bir dev lcd monitör dikkatimi çekti.İBB 'nin internet üzerinden takip edilen trafik kontrol ekranı vardı monitörde.Sim City'yi andıran saçma salak araba grafikleri,kimi yeşil,kimi sarı,kimi kırmızı yollarda karınca sürüsü gibi hareket ediyorlar.


Peki bana ne kazandırdı bu gelişme?

09:43 'te Libadiye'de asfalt sıcaklığının 37,8 C olduğunu,Bulgurlu da trafiğin ortalama 34,5 km hızla aktığını ve Bakırköy sahil yolunda maddi hasarlı kaza olduğunu öğrendim.
Güne daha bir keyifle!!! başladım.

İşin bok yanı ise,akşam saatlerine doğru (ki bu yazıyı yazarken saat 17:51 di) o yolların tamamına yakınının kırmızıya döndüğünü görmekti.Sanki servis trafiğe göre güzergah değiştiriyormuş gibi bir de bu ekranları koymuşlar önümüze,içimizde trafiğin olmayacağına dair küçük bir umut varken,onu da peşinen öldürüyorlar.

Anneannem bu gibi durumlar için "Bok yemenin arapçası"der.O geldi aklıma,çok güldüm.

Bloody Wedding Cake..!


13 Eylül 2009 Pazar

Ayın Elemanları..!


Ayın Döneği
Abdüllatif Şener

" Tüm
belediye başkanları, Türkiye’deki çarpık kentleşmeden sorumludurlar. Bunun cezasını çekmelidirler. Hak ettikleri ceza idamdır fakat ülkemizde idam cezası yok "



Ayın Fırsatçısı

Süreyya Karabulut

Kızının cesedi üzerinden ticaret yapmaya çalıştı.Karısı ve oğlu onu bu yüzden terketti.Haklı mücadelesine leke sürdüğünü ve insanların bunu farkettiğini anlayınca çark etti.


Ayın Yüzsüzü
Recep Tayyip Erdoğan

"Yıllardır bizim bu derelerde ıslah çalışmaları gayretimiz var. Bu benim belediye başkanlığım döneminde başladı. Ancak bu çalışmaların önünde her zaman engeller kondu. Sanıyorum şu olaylar, bu engelleri ortadan kaldırır.Derenin intikamı ağır olur"


Ayın Ayıbı
Yağmacılar

24 kişinin can verdiği felaketin ardından,sağda solda kalan enkazdan işine yarar birşeyler bulup götüren şerefsizler.Çok da yeni bir tablo değil bu.17 Ağustos'ta enkaz altındaki kadının kolunu kesip altınlarını alanlar da bunlardı.



Ayın Malları
Sahte BBG Kızları

Kafanızı sikeyim.

12 Eylül 2009 Cumartesi

Galatasaray Fotoğrafçısı 1958..!


Soldan sağa ayaktakiler:
Cihadiye Hanım(annemin amcasının kızı) , Zeki Aslan, Veciye Aslan ve Gülsen Karacula(annemin teyzeleri) , Zehra Ergin (anneannem) , Turgut Ergin (büyükdedem) , Ayhan Erkin (dayım).

Soldan sağa oturanlar:
Duru Erdal (teyzem) , Nesibe Güney (büyük anneannem) , Sema Kanmaz (annem) , Arife ve İbrahim Güney (annemin dayısı) , Oğuz Ergin (dayım) , Meliha Erkin (annemin cicianne dediği,onu ve Ayhan dayımı büyüten melek)

1958 yılında çekilmiş ve sonradan renklendirilmiş olan bu resmi çok seviyorum.Ayakta ortada duran 3 güzel kadın,benim "altın kızlar" diye tabir ettiğim anneannem ve kardeşleri.Ablası yeni evli ve kardeşi henüz bekarken,anneannem Turgut dedemden 4 çocuk dünyaya getirmiş.Turgut dedem çok beyefendi bir adammış ama içkisi kumarı çokmuş.Sabah çıkar akşam gelirmiş.Dedem genç yaşta kalpten ölene kadar da,sonrasında da hep anneannem bakmış çocuklara.Dul kalıp da evin geliri "0" a inince,o da çalışmaya başlamış.Yıllarca Bayer ilaç fabrikasında çalışıp çocuklarını büyütmüş.

Hem aile dostları hem de komşuları olan Meliha Erkin' in,hiç çocuğu olmamış ve bu 4 kardeşi kendi evlatları gibi severmiş.Anneannem gündüz fabrikada çalışırken çocuklara hep o bakmış.

Bir süre sonra,aralarındaki samimiyete güvenerek ve kendi içindeki çocuk özlemini de gidermek için,büyük dayım Ayhan'ı ortaokul çağına geldiğinde nüfusuna geçirmeyi teklif etmiş anneanneme.Meliha Hanım hali vakti yerinde bir kadınmış ve varlığını mezara götürmek yerine bu canı gibi sevdiği çocuklarla paylaşmak,az da olsa anneannemin omuzlarındaki yükü de hafifletmek istemiş.Bunu da yaparken kimsenin gururunu kırmadan yapmak istediği için,çıkartıp maddi yardımda bulunmak yerine,böyle bir alternatifle gelmiş.Anneannem için hava hoş.Gündüz çocuklar zaten onunla,akşam da evlerine gelmelerinde bir sakınca yokmuş.
Kabul etmiş.
Ve dayımın o güne kadar "Ergin" olan soyadı Meliha Hanım'ın soyadı olan "Erkin" le yer değiştirmiş.

1958 yılında çekilmiş olan bu fotoğraftaki büyükdede Turgut,büyükanneanne Nesibe,cicianne Meliha ve büyükdayı İbrahim şu an hayatta değiller.Anneannem ve kardeşleri ilerleyen yaşlarına rağmen hala çok güzel ve çok tatlılar,allah ömür versin.

Fotoğraftaki 4 küçük kardeşin hepsi şu anda evli ve çocuk çoluk sahibi insanlar.En küçükleri 53 yaşında.

Bu fotoğraf bana hep,zamanın ne kadar çabuk geçtiğini,hayatların ne kadar kısa olduğunu anlatır.Sıkıldıkça açıp bakarım.
Şu anda,yüzlerinde çekilen acıların,kalplerinde yaşanan mutlulukların ve güzelliklerin izlerini gördüğüm insanların,bundan 51 sene önce,ileride nelerle karşılacaklarını,onları nelerin beklediğine dair hiçbir fikirlerinin olmaması da ayrı bir heyecan verir bana.