29 Eylül 2009 Salı

En Seductive Vitrin Oscarı..!

Resimde görmüş olduğunuz 100 TL' lik banknot,yaklaşık 2,5 haftadır sevdiceğimin cüzdanında bozulmayı bekliyor. Ben ise ayın bu son günlerinde lack of cash çektiğimi,nasıl yaparım da hissettirmem diye uğraşırken,tam da maaşa bir gün kala ebelendim.Bir de üstüne "Artık para çeksen diyorum" şeklinde rencide edildim.Son çare kartımı ve şifresini vererek durumu örtbas etmeye çalıştım.
Normal şartlarda gereksiz pahalı olduğundan şikayet ederek almayı tercih etmediği panino ile masaya döndüğünde,ben de kendimce intikamımı,kuş kadar paninonun en güzel kısmını ısırırarak aldım.

26 Eylül 2009 Cumartesi

Evlilik Öncesi Sancılar,2 Doğum,3 Böbrek Taşına Bedelmiş..!

Bu seneden itibaren,ülkemizde de resmi tatil olarak ilan edilen ve çalışan kesim tarafından sevinçle karşılanan 1 Mayıs' ta aldık evlenme kararını.O günden bu yana da hummalı bir şekilde evliliğe hazırlanıyoruz.Ama bizimki ilk etapta evlilikten ziyade, "ev"lilik çalışmasına döndü.

Neyse güzel bir daire bulundu.Kiralandı.Genel hatlarıyla alınacak eşyalar belirlendi,hatta beyaz eşyalar alındı.Bu süreçte doğal olarak 2.192 sayfa katalog karıştırıldı, 3.644 webpage görüntülendi, 433 km. yol katetildi, 50' yi aşkın İsveç köftesi yendi.Değdi mi?Değdi.Alınmış ve alınacak olan çoğu şey fazlasıyla içimize sindi.

Fakat buradan,evlenecek ve ev kuracak çiftlere seslenmek,başlarına gelebilecek durumlar hakkında uyarmak isterim.Herkes söylüyordu bu dönemin sancılı ve kavgalı geçeceğini ama "Ne kadar kötü olabilir ki?" diye çok da kulak asmadığıma pişman oldum.İnsanların ne kadar haklı olduğunu gördüğümde ise gerçekten şaşırdım.


  1. Boya-badana,ufak tefek tamirat gibi işleri kendi başınıza halledin.Kadının tek participation'ı elindeki katalogdan renk seçmek olsun.
  2. Beğendiği şeylere kabahat bulmayın,beğenmişse,beğenmiştir.Size göre zevksiz bir seçim olabilir,ama,kadının beğendiği şeyi tasdik etmemek başınıza iş açabilir.
  3. Dünyanın en büyük yalanlarından biri de "İkimizin de beğendiği birşey olsun" dur.Alacağınız 10 parçanın içinde ikinizin de beğenebileceği en fazla 1 parça olacaktır.Çünkü,kadın ve erkek beğenisi hiçbir okazyonda,ev eşyası belirleme sürecindeki kadar birbirine zıt olamaz.
  4. Kadın kısmının,ekonomiden,hesaptan,kitaptan anlamadığı aşikardır.En çok anlayanı Tansu Çiller'di (o derece yani).Bu yüzden kadını,"kendi" parasını harcarken bile yalnız bırakmamaya dikkat edin.Bir çamaşır makinesi parasını,kettle ve tost makinesine yatırabilir.
  5. Şu kalıplara alışın: "Evimde kesinlikle ........................ istemiyorum". "................ asla alamazsın,hiçbir yere koyamazsın". "................. alacağım,............... yapacağım".Yani özetle,kadının cümleleri genelde birinci tekil şahıs formundadır.Ama her fırsatta yapılan işin,alınan eşyanın veya kurulan düzenin bir parçası olamadığından,herşeyin dışında tutulmaya çalışıldığından şikayet edecektir.Artık noktalı kısımları kendinize göre doldurursunuz.
  6. Sizi çileden çıkarttığını ve/veya çıkartmak üzere olduğunu anladığı anda "Beni seviyor musun?" diye soracaktır.Eğer gerçekten (hala) seviyorsanız dürüst olun ve bunu ona söyleyin.Yok sevmiyorsanız yeniden sevmeye gayret edin.Bu kadar ızdırap boşa yaşanmış olmasın :)
  7. Haklı dahi olsanız,asla ama asla,annesinin yanında onunla kavga etmeyin.Uzun vadede aleyhinize kullanılabilecek her türlü aksiyondan uzak durun.Anne ile kızı arasındaki bağı hiçe sayacak bir erkek,kendi ipini kendi çekecektir.
  8. Her ne olursa olsun,o an için ne kadar daralacak yada sıkıntı,dırdır çekecek olursanız olun,doğru olduğuna inandığınız birşeyi sonuna kadar savunun.Kadının mantıklı düşünebilmesi ve aklın yolunda karar kılması en az 48 saat sürecektir.O dakikadan sonra,ne kadar doğru düşündüğünüze,ne kadar doğru konuştuğunuze dair takdirleri dinleyip,kedi gibi sırnaşan müstakbelinizin keyfini sürün.(Tecrübeyle sabittir)
& They Lived Happily Ever After..!

22 Eylül 2009 Salı

Hayatımda Çok Şey Eksik..!‏

> Kokusuz kolonya.(Sadece ferahlatıcı etkisinden faydalansak,pürel değil ama)
> Sabah 10:00'da işbaşı,öğlen 14:00'te paydos.
> Kalorisiz patates kızartması.
> Asla ama asla,hiçbir şekilde buruşmayan,kırışmayan gömlek. (Var demeyin,bu daha yok)
> Günde 1 saat uykunun yetmesi.
> Batmayan sakal,uzamayan tırnak.
> Evdeki hesaba uyan Turkcell faturası.
> Çoklu erkek orgazmı.
> Bozulmayan fotokopi makinesi ve faks.
> Adam gibi çalışan blogspot.
> Bitmeyen benzin.
> İlk yarıyı 4 - 0 önde kapatan Fenerbahçe.
> Tek maçtan yatmayan iddaa kuponu.

Çok şey mi istiyorum..?

21 Eylül 2009 Pazartesi

K.P.B.T. (Day 2)..!

Güne hoparlörden taşan,sadece "İyi ki doğdun,iyi ki varsın" sözlerini hatırladığım ve mümkünse hayatımın geri kalanında bir daha duymak istemediğim bir şarkıyla merhaba derken,merdivenlerin sonunda beni karşılayan kayınpedrom bana sarıldı.Günün anlam ve ehemmiyetine uygun davranmak istemiş anlaşılan.Müziğin desibelinden kaynaklı karşı komşulara da reklam olmuş bir şekilde verandadan tebrikleri kabul ettim.

Babamın telefonundan beni arayarak sırayla doğumgünümü kutlayan beleşçi annem ve kardeşimin tebriklerini de aldıktan sonra kahvaltı ettik.Pedro şahane tost yapıyormuş onu öğrendim.Tostları alüminyum folyoya sararak pişirmeyi de babasından öğrendiğini farkettim yarimin.

Tansaş' tan içim kan ağlaya ağlaya alışveriş yaptıktan sonra,buradaki Dia mağazasını hangi iş arkadaşıma şikayet etmem gerektiğini düşündüm.Herif kendine feodal bir franchise kurmuş,kafasına göre at koşturuyormuş kasabada.Herkes de şikayetçi,kimse alışveriş yapmıyormuş Dia' dan,sırf bu herif yüzünden.Bittin oğlum sen.

Buradaki insanlar tamamıyla dünyevi zevklerin esiri olmuş gibi.Sabah 10:00'da başlıyor alkol ve sigara tüketimi,gün içinde yenen abur cuburun haddi hesabı yok.Bakkal,market sahibi cirosunun yaklaşık 70%' ini alkol ve sigaradan yapıyor."Sigara ve içki alacağım,kredi kartıyla veriyor musunuz?" diyerek girdiğim bakkal,"Onları vermezsek burada aç kalırız" dedi.Ama pos makinesini kullanmayı bilmediği için,kendi işlemimi kendim yaptım ve ona da öğrettim.
Ve ben yoldan çıkmaya ne kadar da meyilliymişim meğer.Allahtan ağzımın bütün gün alkol kokması sevdiceğimin inceden hoşuna da gidermiş.Buna sığınarak yudumluyorum biramı bu yazıyı yazarken.

Ardından önde pedroya,devamında da saç sakal karışmış karşı komşuya tavlada kaybettim.Babam bana yıllar evvel"Sakalı senin saçından uzun bir adamla asla tavla oynama,kazanamazsın" demişti ama,ben yine onun lafını kulak arkası etmenin cezasını çok ağır çektim.

Arabanın benzin göstergesi kırmızı çizginin oralarda geziniyor ama yapacak fazla birşey yok,çünkü en yakın benzinci 20 km. ötede.Tek dileğim oraya kadar idare etsin.Yoksa elde bidon vurucam kendimi virajlara.Akşam saatlerinde nişanlım beni doğumgünüm şerefine yemeğe çıkartacak ve planı 20 km. ötedeki benzinciye yakın yaptığı için şanslı sayılırım.

Bu yemeğin ve gecenin ayrıntılarını bir sonraki episode da aktarırım belki,bilmiyorum.Ama anladığım kadarıyla bu tatil daha çok şeye gebe.

20 Eylül 2009 Pazar

Kayınpedro Palace'da Bayram Tatili (Day 1)..!

Bu bayram uzun bir aradan sonra ilk defa şehirden kaçma fırsatı geçince elime,hiç düşünmeden vurdum kendimi İzmir yollarına,sevgili nişanlımın saygıdeğer pederinin denize nazır konağında konaklama ve kahvaltı olanaklarından faydalanmak üzere.

Mudanya'da feribottan indikten sonra 360 km Susurluk Starbucks dinlenme tesislerindeki yemek faslından başka bir kesintiye uğramadan rahat rahat geldik.Yollar tahmin ettiğimden daha boştu.Sabah 10:30' da Manisa-İzmir otobanında freni patlayan kamyonun haberini okuduğumda,Tayyip'in değimiyle macerayı teğet geçtiğimizi öğrendim.

Bu yolculukla birlikte,sevdiceğimin gönlündeki uçak sevgisini tamamen öldürdüğümü düşünüyorum.En azından İzmir, Ankara gibi çok da uzak sayılmayacak mesafeler için,ayağım pedalda olacak,kıçım havada olacağına.

İzmir'in bu küçük kasabasında insanlar o kadar sıcakkanlı ve sevecen ki anlatamam.Zaten herkes birbirini tanıyor ve bir çeşit komün hayatı yaşanıyor zaten burada.Benim kasabaya geleceğimin haberi genelde benden önce ulaşıyor tabi ki.Damat geliyor diye heyecanlanan kasaba halkı,sağolsunlar benimle yakından ilgileniyorlar.Dün akşam saatlerinde havanın serinlediği bi saatte havuzdan titreyerek çıktığımda bana uzatılan Black Label mı desem,kahvaltıda önüme konan mükellef sofrayı mı desem,yoksa kayınpedromun dolaba doldurduğu litrelik rakılar,buz gibi biralar mı desem?

Ne yalan söyleyeyim,keyfim pek yerinde.
Yarın itibariyle doğumgünüm olduğu için,kutsal topraklardaki bu kutlamalara sevdiceğimle başbaşa katılmayı planlıyorum.Bana aldığını beyan ettiği 4 parça hediyeyi bir an evvel teslim almak ve yapacağını vadettiği tiramisuyu yemek için sabırsızlanıyorum.

Şu an yanımda yazımı bitirmem ve onunla birlikte havuz kenarına inmem için bekleyen sevdiceğime selam eder,büyüklerimin ellerinden,küçüklerimin gözlerinden öperek iyi bayramlar dilerim.

(Kendi pederime not: Bayramların vazgeçilmezi,yıllarca yaşatılmış geleneklerimizin en güzeli olan "bayram harçlığı" konseptine bu bayram itibariyle son veren kendisini şiddetle kınıyorum.)

16 Eylül 2009 Çarşamba

Taksim - Koşuyolu..!‏

Taksi ücretlerine zam gelmiş.Hayırlı olsun.
Açılış 2,00 TL'den 2,50 TL'ye,kilometre başına ücret ise 1,30 TL'den 1,40 TL'ye yükselmiş.
Kaba bir hesapla 3 gün evveline kadar Taksim'den Koşuyolu'na (15,7 km) köprü dahil 25 TL' ye giderken,artık 27 TL' ye gidiyor olacağız.
2 lira nedir diyebilirsiniz ama zammın oranı 8%.Kurumsal yada patron şirketi farketmez,kim aldı bu sene 8% zam.
Memura yapılması planlanan maaş artışı 4% , emekliye 2%.
O da tek seferde değil,ikiye bölünmüş şekilde, 1. ve 6. ayda.

Buna ilaveten,"gece tarifesi" denen saçma uygulamaya da son verilmiş.Böyle bir uygulamanın zaten hiç olmaması gerekirdi.Bugüne kadar bir kere hariç,gece tarifesinden yolculuk yaptığımı da hatırlamam.12:00'den sonra taksiye binen adamın repliği birdir: "Bostancı gündüz?"


Neden vardı bu gece tarifesi?Gece araba daha mı fazla mazot yada gaz yakıyor?Şöför daha mı fazla efor sarfediyor?Tam tersine gece 12:00'den sonra yollarda in cin top oynuyor.Ne trafik var ne birşey.Çekiyorlar arabayı bir hastane yada pastane önüne,bütün gece lak lak muhabbet.Üstelik alayı gece çöktü mü veriyor alkolü,çekiyor esrarı.Can güvenliğimiz de yok.Ben rakı içmiyorum araba kullanacağım zaman,karımızı,kızımızı elin sarhoş şöförüne mi edeceğiz.

Etliğe,Sütlüğe Karışmayan,Vurdumduymaz,Tavşan Boku Misali,Akmaz Kokmaz İnsanların Kahramanıyım..!

Medeni cesaretsizlikten midir,yılların verdiği eziklik duygusundan mıdır,yoksa özgüvensizlikten midir bilemem ama,insanların sıkıntılarını dile getirmek,düşüncelerini paylaşmak yada içindeki sinir ve cerahati kusmak için neden hep birilerinin bir yol açmasını,bir fırsat tanımasını,bir şans vermesini bekler hiç anlamam.Hakkını aramaktan neden bu kadar çekinir Türk insanı,onu da anlamam.

Hayatım boyunca hep böyle insanlara rastladım,hep böyle insanlarla uğraştım.Bir kuyrukta beklerken,herifin biri gelir araya kaynar,sesi soluğu çıkmaz kimsenin, "Hoop birader,ayıp oluo" dediğim anda başlar homurdanma ve hareketlilik kuyrukta.Nerede aklınız kardeşim,ne farkınız var koyun sürüsünden başınızda çoban varken.
Koca şirkette benimle aynı işi yapan bir sürü insan var.Ve aleyhimize gelişecek bir olay var ufukta.Kimsenin itirazı kimsenin söyleyecek bir sözü yok.Ben dayanamıyorum patlıyorum ortalığa,ne junior ne senior müdür kurtulabiliyor gazabımdan.Ortalık yere kusuveriyorum.Herkes sus pus,kimse durmuyor arkamda.Sonuç olarak sivri,anarşist diye adım çıkıyor.Uzun vadede benim o gün verdiğim mücadelenin haklı olduğu herkes tarafından anlaşılıyor ama,benden başka herkes bunun ceremesini çekmek zorunda kalıyor.Çünkü şimdi konuşmazsan,ilelebet susmak gerekiyor.

Geçen pazartesi günü ofise geldiğimizde masalardan,masaların altlarından bir sürü kaybolan eşya vardı.İlk başlarda haftasonu ofiste kapsamlı bir temizlik yapıldığını ve kaybolduğu sanılan eşyaların depo olarak kullanılan odalardan birine kaldırıldığını sandı herkes.Herkesi cc'ye koyup bir mail attım idari işlere,çünkü masamdan kaybolan 68' model kırmızı Mustang GT oyuncağım benim için çok değerliydi.

Ben bu maili attım ya,ardından hiç abartmıyorum,18 kişi benim attığım maili forwardlayarak "Ay benimde şuyum yok,ay benim de buyum kayıp" diye doldurdu inboxımı.Neden bekliyorsunuz arkadaşlar,sadece benim masamdan mı kayboldu bu eşyalar.Kimsenin aklına gelmiyor mu bu işi sorgulamak.Dayanamadım yine kalktım gittim idari işlere,haftasonu ofise giren çıkan herkesin dökümünü istedim.Birlikte check ettik listeyi,tamir ve bakım işleri için 48 farklı kişi girip çıkmış ofise.Ön ayak oldum da iş merkezinin kamera kayıtlarını talep ettik yönetimden.Herkes kaybolan eşyasını yazdı,bir liste oluşturuldu.Şimdi olay direktörlük seviyesinde araştırılıyor.
Bakalım ne olacak?

14 Eylül 2009 Pazartesi

Bedava Vending Machine'den Sonra En Büyük Güzellik..!

Teknoloji yoğun canım şirketim,çalışanlarının rahatını ve lüksünü o kadar önemsiyor ki anlatamam.
Sabah ofise girerken,resepsiyonda koca bir dev lcd monitör dikkatimi çekti.İBB 'nin internet üzerinden takip edilen trafik kontrol ekranı vardı monitörde.Sim City'yi andıran saçma salak araba grafikleri,kimi yeşil,kimi sarı,kimi kırmızı yollarda karınca sürüsü gibi hareket ediyorlar.


Peki bana ne kazandırdı bu gelişme?

09:43 'te Libadiye'de asfalt sıcaklığının 37,8 C olduğunu,Bulgurlu da trafiğin ortalama 34,5 km hızla aktığını ve Bakırköy sahil yolunda maddi hasarlı kaza olduğunu öğrendim.
Güne daha bir keyifle!!! başladım.

İşin bok yanı ise,akşam saatlerine doğru (ki bu yazıyı yazarken saat 17:51 di) o yolların tamamına yakınının kırmızıya döndüğünü görmekti.Sanki servis trafiğe göre güzergah değiştiriyormuş gibi bir de bu ekranları koymuşlar önümüze,içimizde trafiğin olmayacağına dair küçük bir umut varken,onu da peşinen öldürüyorlar.

Anneannem bu gibi durumlar için "Bok yemenin arapçası"der.O geldi aklıma,çok güldüm.

Bloody Wedding Cake..!


13 Eylül 2009 Pazar

Ayın Elemanları..!


Ayın Döneği
Abdüllatif Şener

" Tüm
belediye başkanları, Türkiye’deki çarpık kentleşmeden sorumludurlar. Bunun cezasını çekmelidirler. Hak ettikleri ceza idamdır fakat ülkemizde idam cezası yok "



Ayın Fırsatçısı

Süreyya Karabulut

Kızının cesedi üzerinden ticaret yapmaya çalıştı.Karısı ve oğlu onu bu yüzden terketti.Haklı mücadelesine leke sürdüğünü ve insanların bunu farkettiğini anlayınca çark etti.


Ayın Yüzsüzü
Recep Tayyip Erdoğan

"Yıllardır bizim bu derelerde ıslah çalışmaları gayretimiz var. Bu benim belediye başkanlığım döneminde başladı. Ancak bu çalışmaların önünde her zaman engeller kondu. Sanıyorum şu olaylar, bu engelleri ortadan kaldırır.Derenin intikamı ağır olur"


Ayın Ayıbı
Yağmacılar

24 kişinin can verdiği felaketin ardından,sağda solda kalan enkazdan işine yarar birşeyler bulup götüren şerefsizler.Çok da yeni bir tablo değil bu.17 Ağustos'ta enkaz altındaki kadının kolunu kesip altınlarını alanlar da bunlardı.



Ayın Malları
Sahte BBG Kızları

Kafanızı sikeyim.

12 Eylül 2009 Cumartesi

Galatasaray Fotoğrafçısı 1958..!


Soldan sağa ayaktakiler:
Cihadiye Hanım(annemin amcasının kızı) , Zeki Aslan, Veciye Aslan ve Gülsen Karacula(annemin teyzeleri) , Zehra Ergin (anneannem) , Turgut Ergin (büyükdedem) , Ayhan Erkin (dayım).

Soldan sağa oturanlar:
Duru Erdal (teyzem) , Nesibe Güney (büyük anneannem) , Sema Kanmaz (annem) , Arife ve İbrahim Güney (annemin dayısı) , Oğuz Ergin (dayım) , Meliha Erkin (annemin cicianne dediği,onu ve Ayhan dayımı büyüten melek)

1958 yılında çekilmiş ve sonradan renklendirilmiş olan bu resmi çok seviyorum.Ayakta ortada duran 3 güzel kadın,benim "altın kızlar" diye tabir ettiğim anneannem ve kardeşleri.Ablası yeni evli ve kardeşi henüz bekarken,anneannem Turgut dedemden 4 çocuk dünyaya getirmiş.Turgut dedem çok beyefendi bir adammış ama içkisi kumarı çokmuş.Sabah çıkar akşam gelirmiş.Dedem genç yaşta kalpten ölene kadar da,sonrasında da hep anneannem bakmış çocuklara.Dul kalıp da evin geliri "0" a inince,o da çalışmaya başlamış.Yıllarca Bayer ilaç fabrikasında çalışıp çocuklarını büyütmüş.

Hem aile dostları hem de komşuları olan Meliha Erkin' in,hiç çocuğu olmamış ve bu 4 kardeşi kendi evlatları gibi severmiş.Anneannem gündüz fabrikada çalışırken çocuklara hep o bakmış.

Bir süre sonra,aralarındaki samimiyete güvenerek ve kendi içindeki çocuk özlemini de gidermek için,büyük dayım Ayhan'ı ortaokul çağına geldiğinde nüfusuna geçirmeyi teklif etmiş anneanneme.Meliha Hanım hali vakti yerinde bir kadınmış ve varlığını mezara götürmek yerine bu canı gibi sevdiği çocuklarla paylaşmak,az da olsa anneannemin omuzlarındaki yükü de hafifletmek istemiş.Bunu da yaparken kimsenin gururunu kırmadan yapmak istediği için,çıkartıp maddi yardımda bulunmak yerine,böyle bir alternatifle gelmiş.Anneannem için hava hoş.Gündüz çocuklar zaten onunla,akşam da evlerine gelmelerinde bir sakınca yokmuş.
Kabul etmiş.
Ve dayımın o güne kadar "Ergin" olan soyadı Meliha Hanım'ın soyadı olan "Erkin" le yer değiştirmiş.

1958 yılında çekilmiş olan bu fotoğraftaki büyükdede Turgut,büyükanneanne Nesibe,cicianne Meliha ve büyükdayı İbrahim şu an hayatta değiller.Anneannem ve kardeşleri ilerleyen yaşlarına rağmen hala çok güzel ve çok tatlılar,allah ömür versin.

Fotoğraftaki 4 küçük kardeşin hepsi şu anda evli ve çocuk çoluk sahibi insanlar.En küçükleri 53 yaşında.

Bu fotoğraf bana hep,zamanın ne kadar çabuk geçtiğini,hayatların ne kadar kısa olduğunu anlatır.Sıkıldıkça açıp bakarım.
Şu anda,yüzlerinde çekilen acıların,kalplerinde yaşanan mutlulukların ve güzelliklerin izlerini gördüğüm insanların,bundan 51 sene önce,ileride nelerle karşılacaklarını,onları nelerin beklediğine dair hiçbir fikirlerinin olmaması da ayrı bir heyecan verir bana.

10 Eylül 2009 Perşembe

Sünnetten Nikaha,Bir Erkeğin Hikayesi..!

Çoğu erkeğin hayatında,ufak tefek farklılıklar dışında,rutinin dışına çıkmayan,sanki ilahi bir güç tarafından hazırlanmış bir senaryo gibi yaşanan evreler vardır.
Sünnet,okul,sınav maratonları,ardından üniversite hayatı,askerlik,iş bulma ve son olarak da evlilik olarak adlandırabileceğimiz bu evrelerden geçerken,erkek yavaş yavaş çöker,saçları dökülür,dökülmeyeninkine aklar düşer,göt,göbek büyür,kalıcı bir aparat olur.

Bu 7 safhadan 6.sına kadar çoğu şey şuursuz gelişir.Hayattan ne isteyip,ne beklediğine erken yaşta karar verebilmiş olan az sayıdaki pre-ergen eğitimini bu doğrultuda planlar.Ne bileyim,üniversite için tercih listesini kendisi yapar.Mühendis,doktor,pilot falan olmak ister.Benim de içine dahil olduğum geniş erkek kitlesi ise açıkta kalmayayım korkusuyla listenin sonlarına doğru balık bölümleri yerleştirip,hasbelkader bir yerlerden mezun olur.

Mezuniyet bazısına göre herşeyin başlangıcı,bazısına göre ise çoğu şeyin sonudur.Özgürlükler artık daha kısıtlıdır.Ailenin ve toplumun senden beklentileri vardır artık."Gece yattım,sabah kaçtım" ilişkiler eskisi kadar zevk vermemeye,babadan para almak zor gelmeye başlar.Zoraki de olsa,isteyerek de olsa ya bir işe girmek,ya askere gitmek,yada uzatmaları oynayabilmek adına yalandan açıköğretim fakültesine yazılmak gereklidir.

Benden daha cesurları,hayatın getireceklerini çok daha önceden kestirerek hemen askere gider ve döndüğünde üniversite mezunu,askerliğini yapmış pırıl pırıl bir genç olarak bir işe girer ve kendi ayakları üzerinde durmaya başlar.

Benim gibiler ise,sahte cesaretle iş hayatına atılıp,biraz tecrübe edinip,birşeylerin farkına varmış şekilde askere daha geç gitmeyi tercih eder ve daha ciddi sorunlarla yüzleşmeyi ileriki yıllara bırakır.Asker dönüşü 3 ay süreyle yatılır,eş dostla hasret giderilir,hovarda yaşam tarzı benimsenir.
Ama erkeğin üstündeki baskı her geçen gün artmakta,şimdi de ciddi bir iş bulup iyi para kazanma ve ardından kuracağı yuva için birikim yapmaya ihtiyacı vardır.
Ama neyin nereden geleceğini bilemediği için,kazandığı parayı da tutmayı beceremez,geldiği gibi harcar.Güzel ve kaliteli yaşar ama,bir anda hesapta olmayan,kendisi için bile sürpriz olarak adlandırılabilecek bir karar alması gerektiğinde apışıp kalır.Heyecanının da esiri olarak saçma sapan hareketler yapıp,hayalperest cümleler kurabilir.Bunun acısını hem kendi yaşar,hem de etrafına yaşatır.

İşte bu 7.safhadan itibaren erkeğin iş hayatı monotonlaşır,mobilitesi düşer ve kazancını tehlikeye atabilecek her türlü aksiyondan kaçınmaya başlar.Normalde doğruluğuna inandığı fikirlerini açıkça ve dürüstçe haykıran adamın yavaş yavaş kamburu çıkar.İdealler ve inançlar ikinci hatta üçüncü plana düşer ve 30'lu yaşların erkeğinde sıkça rastlanan "para yapma" ve "evini geçindirebilme arzusu" tavan yapar.
Erkeğin işsiz,yada bir başka deyişle para kazanamayanı,hiçbir kadın tarafından (doğal olarak) kabul görmez.Bu yüzden de erkek işine daha sıkı sarılır,ofiste geçirdiği zaman artar.Kadınlar tarafından,erkeklerin eve geç gelmek için bahane olarak kullandığına inanılan bu durum,aslında tam anlamıyla erkeklik gururunun ve kadınını mağdur etmeme arzusundan ibarettir.

Hayatın geri kalan kısmında erkek,eve geldiğinde bir tabak lezzet,keyifli sohbet ve kaliteli sexle ömür boyu mutlu yaşayabilir.

7 Eylül 2009 Pazartesi

İşletmeler İçin Tuvalet Terbiyesi:Ders 1..!

Bir mekanın müşterisine ve mutfağından çıkan yemeğe verdiği değeri ölçmek için binbir farklı parametre olabilir.Ama benim nazarımda belki en önemli şey,ne mazara,ne çalışanların güleryüzü,ne de porsiyonların büyüklüğü değil,tuvaletlerdir.

Asmalımescit' teki bir meyhanede granitle kaplanmış bir lavabo beklememekle birlikte,denize nazır ve ultra lüks ( hem dekorasyon,hem konum,hem de menüler ve fiyatlar olarak ) bir mekandan da kalebodur lavabo ve klozet beklemem.Üstelik Turizm Bakanlığı'nın işletmeler için zorunlu tuttuğu "yıldız" uygulamasıyla dayattığı bazı zorunluluklar olduğunu da bilmeme rağmen,bu dayatmaların,tuvaletler ile ilgili hiçbir maddeyi barındırmadığı aşikar.

Düşünün ki,250 kişilik açık ve 400 kişilik kapalı mekana sahip bir restaurant,fakat tuvaletlerde bir lavabo,bir pisuvar ve bir de klozet.Ne yani?Adam başı 100 liranın altında hesap vermediğim bir mekanda bir de tuvalet sırası mı bekleyeceğim?Bugün McDonald's da bile en azından 3 klozetli kabin var.Ve ben hiçbir McDonald's da 250 kişiyi aynı anda yemek yerken görmedim.Yapsanıza şöyle kocaman ferah bir tuvalet.4-5 kabinli ve pisuvarlı,rahat rahat,geniş
geniş.

5 Eylül 2009 Cumartesi

İşe Servisle Mi,Yoksa Arabayla Mı Gitmeli..?‏

Şirketin servisi varsa,kapının önünde de araba varsa,erkeğin paradoxudur ertesi gün işe servisle veya arabayla gitmek.Benim de sık sık yaşadığım bu dilemmaya bir çözüm bulmak şart oldu artık.İşte günahıyla,sevabıyla,avantajıyla,dezavantajıyla derin ulaşım paradoxu:

Servis her gün aynı saatte yetişilmesi gereken,hatta bazılarına göre de "bekletilmez,beklenir" bir mahluktur.Bunu çıkaran da "Ersoylar"dır.Servis aracının götünü bu kadar kaldıran şey ise,aslında bir toplu taşıma aracı olmasıdır.Her gecikilen dakika,orta koltukta oturan ablam için daha fazla uyku ve ofise daha geç gitme imkanı sunmasına rağmen,Türk'ün birbirini her fırsatta boklama özelliğinden dolayı,tavır ve iğneleyici söz olarak döner bekletene.Sonuç olarak kalkan göt ne aracın,ne şöföründür.Orta koltuktaki ablanındır.Tüm bunlara rağmen sen de servis aracında uyku uzatmalarını oynabilir,ofise girerken,uykudan yeni kalkmış,şiş surata sahip olabilirsin.

Kendi aracınla gitmenin en büyük avantajı budur.İstersen tuvalette 10 dakika daha fazla kalabilir, "Hıncal Uluç'un yazısını da okuyayım,öyle çıkarım" deme lüksün vardır.Üstelik servisin dön dolaş güzergahından da kurtulup,ister trafikten,ister alacaklı kasabın önünden geçmemek için farklı yolları da tercih edebilirsin.
Tabi aynı şey akşam iş çıkışı için de geçerli.Fakat sabaha oranla daha yoğun olan trafikte,direksiyonda oturmakla,arkada oturup,yatık koltukta uyumak arasında da oldukça büyük bir fark var.

İşin ulaşım kısmına ek olarak prestij de değerlendirilmesi gereken bir unsur tabi.Çünkü işe servisle gelenle,kendi arabasıyla gelen arasındaki nüans yürüyüşe kadar yansır.Pazartesi sabahı bu dediğime dikkat edin.Servisten inen adam,omuzları düşük,hafif özgüvensiz,yarı uykulu ve mütemadiyen esner yansır kameralara.Fakat kendi arabasından inip,tek düğmeyle aracı kitleyip ofise doğru yürüyen adam daha bir sağlam basar yere."Servis ne lan? Kargalar sürüyle,kartallar yalnız uçar" diye bağırır sessizce.Yarın sabahtan tezi yok,o da binecektir o servise ama o gün için kral odur.

Serviste özellikle bahar ayları,aynı ofiste geçtiği gibi sancılı geçer.Biri klima ister,biri cam açın der.Hatta biri de hepsini kapatmaktan yana olabilir.Ki o da kesinlikle dengesizdir.Ve ben dengesizleri sevmem.Camı klimayı kapatanı katiyen sevmem.Sıcaktan terleyip,bunalacağıma,soğuktan titremeyi yeğlerim.Terleyen insan stres yapar,agresifleşir ama üşüyen insan pısar,sakinleşir,sağa sola salça olmaz.

Kendi arabanda tüm kontrol sendedir.İster cam açarsın,ister klima.Camı hafif aralayıp,klimayı da yanından üfürebilirsin.Binbir türlü farklı varyasyona imkanın vardır.Üstelik sigara da içebilirsin.Kimse senden 62 TL istemez.

Son olarak,servisin arabaya ezici bir üstünlükle hakim olduğu bir unsurdur.
Servis beleştir.
Aldım,verdim yapmazsın.Benzin ışığının yanması,yada akşam haberlerinde dinlediğin akaryakıt zammı zerre kadar koymaz sana.Köprüden geçerken kimse sana imalı imalı bakıp para istemez.
Klimanın yakıt tüketimini arttırması veya motorun performansını düşürmesi olsa olsa yüzüncül derdin sayılır.


Ama araba para öğütücüsüdür.Benzin bir yandan,köprü öbür yandan,otopark beri yandan yapışır gırtlağına.Bana göre benzine verilen paraya acınmaz,çünkü bir şekilde o benzin işini görecektir nasıl olsa,ama servis bedavaya giderken, PO' da pompaya vermek kendini,inceden üzer bünyeyi.

Skorboard:

4 Eylül 2009 Cuma

Sabah Sabah Ne Kadar Çekilir Ağır Kadın Muhabbeti..?

Benim her sabah maruz kaldığım ve bu sabah itibariyle doyuma ulaşmış olduğum ağır kadın muhabbeti,bundan sonra sabahlarımı değerlendirmek için farklı bir aktiviteye ihtiyacım olduğuna dair inancımı pekiştirdi.Masaya ilk intikal ettiğimde mevcut nüfus 2 kadın iken,her geçen dakika yeni katılımlarla minimum 5 kadına ulaşıyor.Biri hariç hepsi,iş arkadaşlarım,hariç olarak adlandırdığım zat-ı muhterem ise nişanlım oluyor.Bu nasıl bir muhabbettir,nasıl bir paslaşmadır,aklım hayalim duruyor.Kadınlar erkeklerin,futbol,siyaset,ekonomi gibi son derece faydalı ve dişe dokunur sohbetlerine bıkmadan usanmadan bok atarken,bakınız bir grup iyi eğitimli,iş güç sahibi,25-30 yaş grubuna mensup kadınlar sabahın köründe gar gar nelerden bahsediyorlar:

> Her türlü dini ve fiziki işkenceye maruz kalmış (sünnet edilmiş,bok çukuruna atılmış ) Somali'li kadının otobiyografisi (hadi bu en makulu).
> Hindu filozof Osho' nun aldatmadan aşka,intikamdan iş hayatına kadar uzanan geniş bir yelpazeye yayılmış çıkarımları.
> Erenköy pazarında tezgaha düşmüş,tanesi 5 liraya satılan H&M ve Agent Provocateur iç çamaşırları.
> Göz ameliyatları için yapılan anestezi ve bu anestezinin etkisinden çıkarken yaşananlar.
> Kadın dişçilerin,diş çekme işlemi sırasında kas gücü olarak zayıf kaldıklarından dolayı dişi kırabilecekleri ihtimali.Dişçinin erkeğinin,yakışıklısının ve flörtözünün makbul olduğu.

Ve bu kadar alakasız konudan bir diğerine o kadar ustaca geçiş yapılıyor ki,istem dışı olarak zihnim,"Acaba konular arasında benim farkedemediğim bir bağ mı var?" sorusuna cevap bulmaya çalışıyor.

3 Eylül 2009 Perşembe

Goy Goy Ekonomisi..!

Hatırlarsınız bundan yıllar evvel,üstü kapalı dış alıcı ambargosunun da etkisiyle,deli bir fındık stoğu oluşmuştu devletin ve üreticinin elinde.Hemen fındık üreticileri bir araya geldi,dernekvari bir oluşumla birlikte bastılar parayı görsel basına,halka "aganigi naganigi" mottosuyla fındık yedirdiler millete.
Ne oldu?
O kadar stok çöpe gideceğine,milletin borusuna gitti,fındığı yutan,yarı gerçek,yarı placebo etkisiyle tavşanlar gibi çiftleşti.

Bundan bir süre önce de,maden suyu üreticileri bir araya gelip bu sefer sermayeyi Nil Karaibrahimgil 'e yatırdı.O da sağolsun Ajdarvari,tekdüze ve monoton bir şarkıyı milletin diline doladı,soda satışları tavan yaptı.

Son günlerde ise,ekonomi dünyasının ünlü isimlerinin rol aldığı,"Alın,verin ekonomiye can verin" konsepti revaçta.Bu reklamı kimin hazırladığı,hangi ajansın çektiği hakkında bir fikrim yok ama,en azından reklamda rol alan ekonomistlerin farketmesini ve müdahale etmesini beklediğim çok büyük bir yanlış var.
Çiçekçi temasının işlendiği reklamda,kadın çingene rolünde.Yol kenarında açtığı seyyar tezgahta çiçek satıyor.Yani çiçeği nereden alıyorsa,fiş veya makbuzsuz şekilde alıyor.Satarken de herhangi bir fiş veya makbuz da vermiyor.Tezgahta satılan malın sabit bir satış fiyatı olmaz.Tamamen pazarlığa tabi ve değişkendir.Sonuç olarak bu reklamda işlenen çiçekçi teması,vergilendirilmemiş,bir başka deyişle devletin iç borçlanmasının altını harlayan kayıtdışı ekonomidir.

Hadi diyelim,bu reklamı yayınlamayı düşünenlerin kafası çalışmıyor ( ki belki de en vahimi budur ),reklamı çeken ajansın hiç mi kafası çalışmıyor.Onu da geç,biri eski merkez bankası genel müdürü,biri Türkiye'nin belli başlı üniversitelerinde ders veren bir profesör ve yine birbirinden ünlü ve kalifiye ekonomistlerden hiçbiri mi farkedemedi bu durumu.
Vah bana vahlar bana..!

1 Eylül 2009 Salı

No Country For Old Men..!

Her neslin insanı,kendi şartlarına,kültürüne,ortamına göre yaşlanıyor.Ve hepimiz günün birinde yaşlanacağız o aşikar.Bugün yaşadağımız hayatın,geçirdiğimiz günlerin,edindiğimiz tecrübelerin ve çıkardığımız derslerin ışığında yaşlanmak güzel olsa gerek diye düşünüyorum.
Çünkü halihazırda yaşadığım hayattan zevk alıyorum.İlerleyen yaşlarımda,toplumun geldiği seviyeyi,insanların ileriki dönemlerde değişen yaşam tarzını,sallanan sandalyemde otururken izlemek ve anlamaya çalışmak da keyifli olacaktır bence.Sonuçta ben çocukken,bana uzak gelen şeylere sahibiz şu anda,katiyetle de bizim çocuklarımız,torunlarımız da şu an bize uzak gözüken şeylere sahip olacaklar.
Benim bugün bir i-phone' un fonskiyonlarını kavramak için 3-5 saat harcamam gerekiyorsa,80 yaşındaki dedem için Nokia' nın en basit modeliyle arama yapmayı öğrenmek 3 yılını sürüyor.Bu öğrenme sürecinde beni aramak için kıvranırken kaç tane boş mesaj attığına inanamazsınız.Üstüne üstlük teknoloji de onu kesmiyor,daha iyi bir cep telefonu alıp,eve internet bağlatmak istediğinden bahsetti geçenlerde.Kıçıma motor takıp kaçtım o mecralardan.

Yaşlı insanların her daim şikayet ettikleri şeylerin başında gelen,gençlerin saygısızlıkları,gereken hürmeti göstermemeleri,vefasızlıkları vs. gibi rahatsızlıklarını bir yere kadar anlayışla,o yerden sonra da itirazla karşılarım.Saygı ve hürmet gösterilmesi gereken özellikler yaştan ziyade,olgunluk ve tecrübedir.Bir adamın benden sırf yaşlı diye alabileceği saygı,yol verme,yer verme,sıra vermeden öteye geçemez.Tanımadığım adamı da yine sırf yaşlı diye yoldan çevirip elini öpmem.Kendi gençliğinden getirdiklerinden ziyade,içinde yaşadığı döneme göre yaşlanmayı tercih edip,bocalayan, "Yaşım geçkin ama ruhum genç" imajı yaratmak için,binbir türlü maymunluk,saçma sapan espri ve densiz,patavatsız laflar eden adama ise hiç tahammül edemem.O adamı bayramdan seyrandan başka zamanda aramayan,sormayan,gidip oturup uzun uzun laflamayan ve en sonunda götürüp huzurevine yerleştiren,evladına da zerre kadar laf etmem.

Genç ruhun ispatı bunlar değildir ki.Beni darlamadan,zaten bildiğim şeyleri tavsiye formatında binlerce kez tekrarlamadan,15 dakika boyunca bile olsa beni sohbetinle bağlayabiliyorsan,bu sohbetten keyif alıyorsam,sonrasında üzerinde düşünmemi gerektirecek doneler alabiliyorsam,o zaman saygı duyarım sana.
O zaman tecrübenden faydalanmak,olgunluğundan almak,elinden öpmek isterim.
Bundan başkası yalan,bundan başkası riya,bundan başkası çıkardan başka birşey olmaz.