30 Haziran 2009 Salı

Caffe Néro - Örümcek - Amca Üçlemesi..!

Maslak Caffé Nero'da,saat 12:15 itibariyle 4 kişi,hazırladıkları 10 kişilik masayı sağdan soldan gelecek tehlikere karşı koruma çabası içine girdiler.
Her gelen de sanki o masanın dolacağı belli değilmiş gibi,sandalyelere de,boşta duran masaya da hamle yaptılar bir ümit.
Püskürtme çabalarına rağmen,son gelen çingene meşrepli kızlar grubu,olayı Caffé Nero personeline şikayete kadar götürdü.Tam o sırada ufukta gözüken masanın müşterileri,halihazırda oturan ve hem ısrarcı kalabalıkla,hem de personelle cebelleşen grup tarafından coşkuyla karşılandı.
Söylene söylene dağılan roman meşrepli ahaliye,bir destek de
"Ama böyle de olmaz,ayıp yani di mi?" repliğiyle bizim masadan,Kızıl Sonja'dan geldi.


Sabahları binadan ilk çıkan benim sanırım.Ağaçlı,yeşillikli,bahçeli sitede oturuyoruz diye seviniyoruz ama,allahın emri gibi her sabah Indiana Jones misali yapışıyorum altıgen örümcek ağlarına.
Mübarek hayvan diye sesimizi çıkartmadıkça tepemize çıktı iyice.Ağaçtan ağaca,daldan dala salmış ağlarını,ne bok yediği de belli değil.Huylanıyorum,iğreniyorum örümcek ve bilumum eklem bacaklı familyasından.

Örme bir daha benim yoluma ağlarını,örme emi örümcek.

Ortayaşlı amcaların,ahbaplarının çocuklarına verdikleri öğütlere,tavsiyelere ve boş vaatlere,ya uyuzum diye çok denk geliyorum,yada çok denk geldiğim için uyuz oluyorum bu aralar.
Çocuk biraz uzun boylu mu,hemen basketbola yönlendirme çabaları.Bırak orayı,gel burada oyna telkinleri.Sağda,solda bir klüpte mutlaka bir tanıdığı.

Çocuk hafif kiloluysa,ekmek yeme,kolayı bırak,çikolata falan sakınnnnn..!
Sana ne lan.
Sen mi doyuruyorsun karnını çocuğun.
Yada Nba draft'ında L.A.Lakers seçse çocuğu 10 sene sonra,transfer parasıyla sana Miami'de villa mı alacak.
Bunları diyen adamın da kendi çocuğuna bir bakalım.
Allahın sıcağında,ortalık gavur _mı gibi yanıyor.Gençler,çocuklar havuzda eğlencede,oğlan şemsiyenin altında oturmuş,gözünde numaralı gözlük,elinde bir çizgi roman.Kendi çocuğunla bu kadar ilgilensen belki adam Nasa'ya girecek.O hala elalemin çocuğunu Muzaffer Kuşhan'a gönderme,LeBron James'e blok yaptırma peşinde.
Pis herif.

26 Haziran 2009 Cuma

Cinsellikten Tamamen Uzak Bir Yazı..!

Kadınların özellikle oturmalarına,kalkmalarına,konuşurken ellerini,kollarını kullanmalarına çok dikkat ederim.
Benim için bir kadının bunları düzgün yapıyor olması,geri kalan şeyler için de bir ön bilgi sağlar.Çünkü kanımca,bunları düzgün uygulayan kadının,geri kalan özellikleri de tatmin edici seviyede gelişmiş ve oturmuştur.

Bunlara bu kadar dikkat etmeme rağmen,kadının karşı cinse,mimik ve hareketlerle gönderdiği mesajları alabilme ve algılayabilme konusunda bir o kadar başarısızım.Yok saçına dokunursa hoşlanmışmış,yok bacağını sallıyorsa yolluymuş,yok efendim gözlüğünün sapını ısırıyorsa sex istiyormuş falan filan.
Bugüne kadar bir kere bile böyle birşeyin farkına varamamam,elbet birilerinin benden hoşlanmamasından,yollu olmamasından yada benimle sex yapmak istememesinden kaynaklanmış olamayacağına göre,ben sinyal yakalama ve çözme konusunda gerçekten başarısızım demektir.

Hayır nereden biliyorum?

Hayatımın aşkı,biricik sevdiceğim,bana kısa bir süre önce beni nasıl tavladığını ballandıra ballandıra anlatırken, "Aaaaa o ondan mıydı,neeee hakikaten mi?" şeklinde şaşırma efektleriyle yüzleştim gerçeklerle.Sonra da çok kızdım kendime,nasıl bir şuursuzluktur bu,çakal geçinip hiçbirşeyin farkına varmadan gelmişim bu noktaya diye.Ama o da,bu gibi şeyleri tüm kadınların yaptığını,hepsinin kendine özgü taktik ve teknikleri olduğunu ve kendisinin de bana çok profesyonelce yaklaştığı için farketmememin doğal olduğunu söylediğinde biraz rahatladım tabi.

Özel hayatın mahremiyetine saygımdan ötürü,burada tam olarak neler yaptığını anlatmam ama,şunu da belirtmeliyim ki,sevdiceğimin bana uyguladığı teknikler,yukarıda bahsedilen basit ve genel geçer tekniklerden çok daha seductive ve akıllıcaydı.Ve oldukça başarılı olduğunu da söyleyebilirim.

Peter Parker,Örümcek Adam Olalı,Böyle Zulüm Görmedi..!

25 Haziran 2009 Perşembe

Kamuoyu Yoklaması..!

Çok rüzgarlı bir havada,sokakta yürürken,herhangi bi sebepten ötürü,cebindeki bir tomar parayı çıkartmak zorunda kaldın.
Ve o sırada o tomarın içinden bir adet banknot rüzgarla birlikte uçtu gidiyor.
Ceylan gibi seke seke,uçan paranın peşinden koşman için,o banknot en az kaç para olmalı?

24 Haziran 2009 Çarşamba

Pennies or Pence..?

Az sonra aşağıdaki aktaracağım hikaye için öncelikle,çok değerli ebeveynlerime teşekkürü bir borç bilirim.

Sevgili babam (ki blogun takipçileri kendisini "Fedon'un vokalisti" olarak tanırlar) ve yine aynı derecede sevgili annem,geçen yaz İstanbul Yelken Kulübü'nde,deniz kenarında güneşlenedururlarken,bir çeşit uluslararası yelken şampiyonası için kısa süreliğine ülkemizde bulunan yabancı uyruklu 16-22 yaş grubuna mensup bayan yelkenciler de ,etrafta şen kahkahalar atmakta ve bilumum eğlenceli faaliyetlerde bulunmaktadırlar.

Tam bu sırada,büfeden meşrubat almak üzere,uzun oturduğu (uzandığı) şezlongundan kalkarak uzaklaşmaya başlayan babam,kendisini bir anda bu bayan topluluğunun içinde bulur.Bu durumun çok da tesadüfi olmadığını düşündüğüm halde,yine de buraya kadar herşey normal seyretmektedir.

Kızlardan biri,elindeki sterlin'li,TL'li para yumağından kafası karışmış şekilde babam'dan medet umarak gösterdiği bozuk paranın ne kadar ingiliz parasına tekabül ettiğini öğrenmek ister.

Yabancı uyruklu,16-22 yaş grubuna mensup bayan yelkenci : "Hi,can you help me to find out how much pennies is this?"
Babam : "It's not pennies.It's pence." der,Robert College mezunu olmanın verdiği inanılmaz ego ve ileri seviye ingilizcesiyle.Adeta dil dersi vermektedir kendisi Londra'nın yeniyetmesine.

Fakat,
Az ileride az evvel babamın kalktığı şezlongun hemen yanındaki şezlonga uzanmış olan annem için bu sahne çok daha farklı gelişmiştir.
Kadın ,30 yıllık kocasını bir grup İngiliz çıtırın arasında,ortada bir tomar para,"Penis...penis!" derken izlemektedir.
Ve olay çıkar.

"Sen nasıl bir adamsın.Elin gavuruna,sabisine,nasıl olur da penis dersin.Hem ne alakası var.Ne penisi.Kart zampara.Yuh diyorum başka birşey de demiyorum."

Tabi babam 60 yılın verdiği tecrübe ve olgunluk bir yana,30 yıldır yeteri kadar tanıdığı kadın olan anneme hiçbir açıklama yapmayı yada işin doğrusunu anlatmayı tercih etmeyerek sessizce şezlonguna uzanır,yüzünde annemin çılgın tepkisine karşı pis bir tebessüm ile birlikte.

İkiniz de çok yaşayın emi.

Maslak-Kadıköy Arasını 24 dk.'ya İndirdik...Büyükşehir Çalışıyor..!

23/06/2009 salı günü,benim için tarihi bir gündü.
Fsm köprüsünde sismik güçlendirme çalışmasının 2.günüydü.
Sabah 06:50 'den 08:45 'e kadar Kazasker - Maslak yolunda delirdik sevdiceğimle birlikte.

Gel gör ki,akşam 18:30'da aynı yolu geri gitmek üzere yola çıktığımızda Maslak - Zincirlikuyu arasını 6 dk. da,Zincirlikuyu - Kadıköy arasını da 18 dk. da katederek toplam 24 dk. da destination'ımıza varmış bulunduk.

Nasıl iştir anlamak zor.Millet trafik oluyor diye erken m kaçtı evine,yada arabasını bırakıp,metrobüsle falan mı döndü?
İstanbul'un işine akıl sır ermiyor yine.
Ama bu trafik hep böyle rahat olsa,bu İstanbul tadından yenmez.

22 Haziran 2009 Pazartesi

Yatmadan Evvel..!

Geleneksel Türk mutfağı ile fast-food kültürünü biraraya getiren yeni buluşum;Dolmalı Sandviç.
Az evvel denedim.Pek de fena olmadı.Yeşil biber dolmasını yatırdım sandviç ekmeğinin içine.Çatalla bir güzel ezdim,yaydım,az da yoğurt gezdirdim üstüne,sağından solundan fışkıra fışkıra,döke,saça yedim.Muhtemelen iğrenç gözüküyordum ama,en azından yalnızken buna hakkım olduğunu düşünüyorum.

Bundan birkaç ay evvel,gecenin bir yarısı uyandım.Nasıl susamışım.Gittim mutfağa,bir de ne göreyim.Setin üstünde plastik bir şişede tahin var.Şişenin alt tarafı geniş top gibi,yukarı doğru kıvrımlı bir şekilde incelerek gidiyor.İnanılmaz sıkılası bir görüntü yani.
Ben de dayanamadım,aldım başladım sıkmaya.Sanırım uyku sersemi gücümü fazla ayarlayamadığımdan olacak,şişenin kağağı patlayana kadar sıkmışım.Tavan dahil,bütün mutfak dolapları tahin oldu.Heryerden damlıyor.Tam o filmlerdeki sakar adamların düştüğü sahneler gibi.Ama bir gerçek var ki,benimki sakarlıktan değil,salaklıktan.Gece gece hepsini temizleyene kadar anam ağlamıştı.

Beylerbeyi denen yer,ziyanlıktan öteye geçemiyor maalesef.İstanbul'un belki de manzara olarak en güzel yerlerinden biri ama,sadece bir tane restaurant var alkol satışı yapan.Geri kalan her yer kola,ayrana talim.Yemekleri de beş para etmez.Bilemedim ama,belki de diğer yerlerde yediğimiz şeyler de pek matah değildir de,yanına rakıyı verince,kusurlar kapanıyordur.

21 Haziran 2009 Pazar

Savaş Sandıkta Kazanılır..!

Önce Vietnam,ardından Irak ve Afganistan.

Baba-oğul Bush yıllarca kazanamayacakları savaşları verdiler.Binlerce insan öldü,binlercesi sakat,evsiz,kimsesiz kaldı.Sonunda "Hiçbir savaşın kazananı yoktur" sözü doğru çıktı.Olan bir Saddam'a oldu,gerisi yalan oldu.

Barrack ne yaptı?
Tek kurşun sıkmadan,tek asker sürmeden,koskoca İran'ı bir haftada bitirdi.Benimle yaşıt "İran İslam Devrimi" yıkılma noktasına geldi.

19 Haziran 2009 Cuma

I've Got U Under My Skin..!

Ten uyumu denen şeyin ne olduğunu anlamaya çalışıyorum uzun zamandır.
Nedir bu ten uyumu?

Yakın tarihte bir arkadaşımdan duyduğuma göre,benim hiçbir kadınla ten uyumum olamazmış.Çünkü çok fazla parfüm sıkıyormuşum ve parfüm tenimin kendi kokusunu perdeliyormuş.

Sanırım tenin doğal kokusu ile ilgili birşey ten uyumu.
Bir kadın,erkeğin doğal kokusunu duyduğunda tahrik olabilir ve hatta aşık bile olabilirmiş.İngiltere'de yapıldığı söylenen bir araştırma hakkında da bir makale okumuştum.Orada da buna benzer şeyler söylüyordu.

Koku tabi ki önemli.Bir kadının kokusu da beni etkileyip,tahrik eder.Ama bir kadına kokusu yüzünden aşık olabilir miyim onu bilemem.Aşık olmak için daha fazla şeye ihtiyacım var sanırım.Zaten aşık olmak istedikten sonra bir şekilde aşık olurum :) (bir cümle önce söylediğini,bir sonrakinde yalanlayan adam olduğumu farkettim)

Bence en güzel koktuğum zamanlar,duştan çıkıp,odaya klasik beyaz sabun kokusu yaydığım zamanlardır.Sanılanın aksine,duş jeliymiş,özel banyo köpükleriymiş,hiç işim olmaz.Durulanmamışlık hissine uyuz olurum.Ne kadar su dökersem dökeyim,o duş jelinin köpüğü sanki akıp gitmez üstümden.

Basarım Hacı Şakir'i,taa ki koluma parmağımla dokunduğumda gıcır gıcır ses gelene kadar.

Zaten ten uyumu denen şeyin göğüs kafesinden başlayıp,dizlere kadar olan kısımdan ve buna denk gelen vücudun arka kısmından ibaret olma ihtimali çok yüksek.Bahsi geçen bölgeye ten,geri kalan bölgeye de deri diyebiliriz.

Tabi 17 yaşındaki 2 filipinli kızın,çiğneme de dahil olmak kaydıyla yapacakları bir masaj,bu alanı genişletmeme ve söylediklerime pişman olmama da sebebiyet verebilir.

18 Haziran 2009 Perşembe

Run Bülo Run..!

Geçenlerde İstanbul Park'ta koşulan F1 Türkiye GP'sini kaçırdığım için,yarış sonrası yorumları izlemek üzere tv'yi açtığımda gördüğüm tabloyla irkildim.Zaten seyirci ve basın mensubu katılımı sayısıyla tersten rekor kırmış olan bu yarışın ayıbı yetmezmiş gibi,bir de,Trt spikeri oturmuş,karşısında da yakın dönem öncesinin küskünü,son dönemin başbakan yardımcısı ve devlet bakanı Bülent Arınç.

Birinci gelen Jensen Button'a kupasını da aynı ismin verdiğini de o sırada öğrendim.
Koca ülkede o ödülü verecek başka adam kalmamış,kısa zaman öncesine kadar yaptığı açıklamalarla,kendi yandaşları dışında kalan kesimlerden ciddi tepkiler almamış,mensubu olduğu partinin başkanı ve aynı zamanda ülkenin başbakanı olan adamla ters düşmemiş gibi,hala başrolde,hala önplanda.

Hem de,yüzünde,o samimiyetten uzak pis gülümsemesi,tandansına yakışır bıyığı ve ilkokul çocuğu seviyesinde kıytırık yorumlarıyla birlikte.

"Bence güzel bir yarış oldu,çok hızlı gittiler,ufak tefek kazalar oldu ama bereket önemli birşey olmadı.Gönül ister ki,bir Türk takımı da bu yarışlara katılsın,bayrağımız pistlerde dalgalansın,göğsümüz gururla kabarsın....!"

E o zaman,veleddalin amiiin..!



"Kutsal su vampire ne yapıyorsa,kutsal şampanya da mümin Bülent'e aynı etkiyi yapmış"

15 Haziran 2009 Pazartesi

Kene Kadar Aklın Olsa Daha Ne İsterim?

Düşük gelirli kesimin yaz eğlencesi Belgrad Ormanı'nı "kene mafyası" ele geçirmiş.Piknik yapmaya,mangal yapmaya falan gelen ailelere yanaşıp,"Bu masalar paralı,bu tarafları belediyeyle anlaşma yapıp keneye karşı ilaçladık" diyerek 80 ila 100 TL arası para istiyorlarmış.

Hadi bunu anlıyorum,bizim milletimiz çok sever kolay parayı.Sokağa araba bırakırsın,hemen aradan kara kuru bir doğulu çıkar,"Kalacak mı ağbi?".Nereye kalacak mı,sen kimsin,sana ne?Kimden alıyorsunuz bu yetkiyi yada cesareti de sokakları parselliyorsunuz?
"Sen yengeyle yemek yerken biz koruyoruz arabanı."Yok ya?Ulan sokaklarda terörü estiren de sensin.Kimi kimden koruyorsun terbiyesiz?

Bizim halkın da kafası hiç çalışmıyor ama ne yalan söyleyeyim.Ormanda mafyaya parasını kaptırmasını bırak,kadına soruyorlar "Kene yapışırsa ne yapacaksın?" diye."Allahın dediği olur" diyor 60'lık ninja.Allah sana kene kadar akıl vermemiş zaten,demiş o diyeceğini.Sen ne diyorsun esas?

Bir öbürü de "Ben korkmam keneden,küçücük şeyden korkulur mu?" diyor.Sen göremediğin kadar küçük sperm den olmadın mı?Yada amcagillerin kaynı,yine göremediğin kadar küçük virüsten ölmedi mi?

Akıllanın allah aşkına biraz,kadın programlarından,evde helva kavurmaktan yada başın her sıkıştığında herşeyi allaha havale etmekten ibaret değil hayat.

Bir de bizim apartmanın kapısına "Böcek Doktoru" diye bir sticker yapıştırmışlar.Bu ne şimdi.
Ben abanıyorum Sheltox'a yarım tüp,çıyana,kırkayağa,bu manyaklarda onları yoğun bakıma kaldırıp hayata yeniden mi döndürüyor?
Bas git,benim asabımı bozma..!

13 Haziran 2009 Cumartesi

Sum Of All Fears...veya...Puffy Bey'in Gündüz Kabusları..!

Gün yavaş yavaş kararmaya başlamış.Ofisteyim.Kimse masasında yok.Telefonum çalıyor,açıyorum."İK herkesi çağırdı,aşağıda toplandık,sen de gel çabuk".

Telefonu kapatıp hemen çıkıyorum ofisten,farkediyorum ki altımda yatarken giydiğim kaprim,ayağımda parmak arası terliklerim ve üstümde de yakası bağrı kaymış t-shirt'lerimden biri var.
İş merkezinin koridorları her zamanki gibi değil,tüm duvarlar ayna.Ama belli ki çift taraflı cam bunlar.Birilerinin,kendimi acıyarak seyrettiğim bu aynaların ardından bana güldüğünü hissedebiliyorum.

3.katta,toplantı odalarının bulunduğu ofis de,iş merkezinin iç mimarisi gibi değişimden nasibini almış.Daracık aralardan geçe geçe,yüzlerce kapının arasında,herhangi birinin ardından tanıdık bir ses duymaya çalışıyorum.Ölüm sessizliği var heryerde.Her şeye razıyım,hiç sevmediğim bir insanı,korktuğum bir hayvanı görmeye yada hiç hazzetmediğim bir şarkının nakaratını duymaya.Ama kati yalnızlık ve sonsuz sessizlik.

Eninde sonunda açılan bir kapının ardından adımı seslenen biri."Gel buraya".Heyecanla odaya giriyorum."Departmandaki herkesi işten çıkarttılar.Bir tek seni çıkartmamışlar.Sence neden Puffy?Böyle birşeyi sağlayabilmek için ne yaptın allah bilir?"

Hem yıkılmış,hem de şaşırmış şekilde çıkıyorum odadan.Saate bakıyorum 20:22."Lanet olsun servisi kaçırdım,üstelik işe de arabasız gelmiştim."Bir an önce kurtulmam,uzaklaşmam gerek buralardan ama nereye gideceğimi bilmiyorum.Tek bildiğim şey var.Bir yere değil,birisine gitmeliyim.

Cep telefonum,şekil itibariyle aynı olsa da,menüleri,telefon defteri bana çok yabancı.Her zaman hızlı arama için kullandığın "6" tuşunda başka biri kayıtlı.Ama kim olduğunu bilmiyorum.Hangi tuşa basarsam basayım,videolar geliyor ekrana,hepsinin içinde "6" tuşuna atanmış kadın var.Biraz müzik klipleri,biraz da acemice çekilmiş amatör kayıtlar gibi hepsi.Aralarda kafamdan çıkartmak istediğim bazı fotoğraf kareleri saklı.Ama bu fotoğrafları hiç görmedim ki ben,bunlar sadece kafamda canlandırdığım ve uzaklaştırmaya çalıştığım kareler.Ulaşamıyorum,ne cep telefonu ne de ev telefonu var artık kayıtlarda.Zorluyorum kendimi ama hatırlayamıyorum da numarayı.Kendime kızıyorum deliler gibi.

En sonunda zaman zaman gittiğim,içinde sevdiğim insanların yaşadığını bildiğim ve aradığım kadının da yanlarında olabileceğini düşündüğüm eve geliyorum.Burada da değişiklikler olmuş.Balkon denize sıfır.Uzanınca elinle dokunabileceğin yakınlıktan container dolu bir şilep geçiyor ama tamamen sessiz.Arka odadan bir adam çıkageliyor.Esmer,oldukça yakışıklı,karizmatik ve atletik.Adamın duruşu bana hiçbir insanın bugüne kadar vermediği kadar güven veriyor ve hiç tedirgin olmuyorum.

"Yeni taşındım ben buraya,çok zor oldu ama bir ev bulmak.İnanamazsın bu evi de kiralamak için ev sahibine gay olduğumu söyledim.Başka türlü ikna olmadı bana kiralamaya".
Aptal aptal sırıtıyorum.Yardıma ihtiyacım olduğunu söylemekten ziyade,onun bunu kendiliğinden farketmesini istiyorum."Sen biraz dinlen burada,nefes nefese kalmışsın,benim biraz işim var"diyor ve arka odaya geçiyor.

Ben de aşina olduğum bu balkonda,biraz zaman geçirerek sakinleşmeyi çok çekici buluyorum.Telefonu bir kez daha elime alıyorum,belki biraz sakinlemiş halimle,gözden kaçırdığım bir şeyleri yakalar,bu içinden çıkılmaz labirenti çözebilirim diye.

Aradan uzunca bir zaman geçtiğini ve zaman kaybettiğimi düşünerek adamı bulmak için ben de arka odaya doğru yürüyorum.Yavaşça kapıyı açıyorum,deminki adam,yanında max.14 yaşında bir erkek çocuğu,çırılçıplak sevişiyorlar.Beni görünce hemen toparlanıyorlar.Ama ne adam ne de çocuk,yaptıkları şeyden şikayetçi gibi gözükmüyor.Onlar bu kadar sakinken,benim de sakinliğimi korumam gerektiğine karar veriyorum."Kusura bakmayın,çok özür dilerim ama telefonu kullanmam gerekiyor,gitmem lazım,sizi rahatsız ettiğim için de çok üzgünüm."Adam pişkince bana doğru yaklaşıp,kulağıma fısıldıyor."Sıranı bekleyemedin değil mi?"

Adama kafayı koymakla,oradan hızla uzaklaşmak arasında bir ikilem,kafayı koymazsam gitmeme izin verilir mi yada,o kafayı koyarsam,kolaylıkla sıyrılabileceğim bir durumu içinden çıkılmaz bir hale mi dönüştürürüm?


Allah aşkına neredesin.Yardıma ihtiyacım var.Sana ihtiyacım var.

6 Haziran 2009 Cumartesi

Bu Mudur Kadının Fendi..?

Geçenlerde Taksim Sarar mağazasında karşılaştığım bir sahne,uzun zamandır üstünde düşündüğüm ve bana inanılmaz ters gelen bir durumu iyice idrak etmeme yardımcı oldu.

Genç bir çift,kadının üstü başı adama göre daha bir derli,toplu.Kadının gözleri devamlı sağda solda,adamınki hep önüne bakıyor.Bir tarafta yalandan asalet ve sonradan görme görgüsüzlüğü,diğer tarafta mağrur ve sebebini biraz sonra daha iyi anlayacağım eziklik belirtileri.

Kadın adama damatlık kıyafet alıyormuş.Model üstüne model,renk üstüne renk deneniyor.Gelinliği erkek tarafının aldığını biliyordum ama damatlığı kız tarafının aldığını henüz yeni öğrendim.
Gelinliğe kaç para verildi bilmiyorum ama damatlığa minimum 1.000 - 1.500TL verileceği kesin çünkü Sarar'ın fiyatlarını biliyorum.

Kadın nasıl ızdırap oluyor adama belli değil.Daha fazla kazandığı belli ve bunu adamın bir an bile olsun unutmasını istemiyor.Ve bunu da aklı sıra adamı onore edermiş gibi söylüyor duyuyorum:

"O akşam üstün başın çok düzgün olmalı,kimse bir falso yakalamamalı,sonradan sağdan soldan laf duymak istemiyorum,o yüzden gerekirse en pahalısını alırız."

Bu sözleri hem onlara yardımcı olan tezgahtar,hem ben,hem de diğer müşteriler duyuyor ve adam her geçen dakika biraz daha çöküyor,biraz daha eziliyor.

Peki neden kadınlar (hepsi değil tabi) erkekten daha fazla kazandıkları zaman bunu hep kullanmak isterler.Bu durum biraz da adamın kendine çizdiği yola ve ilişki içinde kendine edindiği misyona da bağlı tabi ama yine de ben bugüne kadar kadından daha fazla kazandığı için sevgilisine,eşine,dostuna buna benzer bir psikolojik sömürü uyguladığına şahit olmadım.Daha alt sınıflarda ve yaşam kalitesinin düşük olduğu kitlelerde vardır böyle şeyler ama ben kendi yaşadığım hayattan ve çevreden bahsediyorum zaten.

Daha fazla kazandığını bilmek,bunu adamın devamlı olarak kafasına vurmak,hissetirmek nasıl br haz verebilir kadına.Hadi geçtim kadını,insana nasıl bir haz verebilir.Üstelik bunu yaptığın adamı kocam diye koynuna alacaksın,hayatını birlikte yaşayacaksın.Nasıl bir gaddarlıktır bu.

5 Haziran 2009 Cuma

Desperate Office Women..!

Kimlerle çalışıyoruz,kimlerle iş yapıyoruz,kimlerle yiyip içiyoruz bu ofis hayatında aklım şaşıyor.
Garip garip,tapon tapon kadınlar.Her biri,binbir türlü huy sahibi junior'lar,senior'lar.
Giyim kuşam içler acısı,saç-baş dağınık,birinin dip boyası gelmiş,birinin çorabı kaçmış,ötekinin ayağında açık ayakkabı içi patik çorap,diğerinin ağzında sakız bütün gün cak cak.

Ya diyorum,burası Maslak'sa,çalıştığım firma Fransız-Türk ortaklığı kurumsal bir firmaysa ve bu sahnelere burada rastlıyorsam,allah muhafaza konfeksiyon atölyesinde çalışıyor olsam nelerle karşılaşacağım?

Aşırı anti-sosyallikten ve hatta erkeksizlikten bunalmış,hala kendini nimetten sayıp,kendini tribe bağlayan arkadaşlara buradan seslenirken,bir yandan da sormak isterim kendilerine,havanız kime???

Sabah elinde demet demet çiçekle ofise gelip,onları saksıya koymalar,benim kimsenin alacağı çiçeğe ihtiyacım yok gösterileri.How desperate you all are???

Ha dersin ki,çok acımasızsın,çok yüzeyselsin,asla kabul etmem.Gerçekten nimet sayılabilecek kadınlar,mütevazilikten oscar alacakken,sizin neyinize saçları savurup,sağa sola yan gözle tepeden bakıp,gerdan kırmak.

Daha önce de buna benzer sallamıştım bu ablalara ama dayanamıyorum,yine,yeni,yeniden giydiriyorum.

Üstünüzde paralansın...

3 Haziran 2009 Çarşamba

Tarumar..!

Geçen pazar,sevdiceğimle birlikte gittiğimiz Yıldız Park'ında,bir müddet yürüdükten sonra,kır kahvesi tadındaki cafe'sinde iki soluklanmak,ufak tefek birşeyler yemek için mola verdik.
Sevdiceğim,sonradan lor peyniri ile yapıldığını anlayacağı gözleme ve ben de kaşarlı tost siparişi verdim.Ve tostun arasına biraz da ketçap koymalarını rica ettim garsondan.
"Bakiim bi soriim,aşçı menünün dışına pek çıkmıyor...!"dedi bana.
Ünlü ve bir o kadar da prensip sahibi İtalyan aşçı,emekliliğinin tadını çıkartmak için,İstanbul'un göbeğindeki bu kurtarılmış toprakları seçmiş.Bu ne büyük bir şeref.Tost'un içine ketçap sıkmak menünün dışına çıkmak olarak algılanıyor.O zaman porsiyon köftenin yanına ketçap isteyene de verme,sıkmasın tabağına.Menüde yazmıyorsa,"Dilerseniz ketçap,hardal ve/veya mayonezle"diye.
Zaten bu güzelim mekanı belediye gibi dandik bir kurum işletiyor,o güzelim ağaçların arasında,serin serin iki kadeh birşey içemiyoruz,bir de kadrolu belediye işçisi sayılan aşçının kaprise bakar mısın."Hay götüm..!" diyorum bu arkadaşa.
Kalkarken de yanımdaki köpecik için,"Isısır mı..?"diye soran belki de dünyanın en yaşlı komisine verdiğim cevap:
"İstersen ısırır..!"


Geçen haftasonu liglerde son maçlar oynandı ve Fenerbahçe lazlar diyarı Trabzon'daydı.Galatasaray'ın İstanbul'da attığı golün haberi tribünlerde bayram etkisi yarattı.
Trabzonspor ki,yıllarca şampiyonluk yarışında geri kalmış ve mutlu sona en çok yaklaştığı sezon olan 95-96 sezonunda,ligin sondan ikinci maçında,1-0 önde olduğu mücadeleyi Fenerbahçe'ye 1-2 kaybetmiş ve dolayısıyla şampiyonluğu da kaybetmiştir,o günden bugüne Galatasaray'a hep yatmış,hep 3 puanı hediye etmiştir.Peki sonunda ne olmuştur.Aynı o sezon olduğu gibi Fenerbahçe yine Trabzonspor'u aynı skorla yenmiş ve şampiyonlar ligine katılmasını engellemiştir.Önce karar verin Galatasaray'lı mısınız?Trabzonspor'lu mu?Ondan sonra kovalayın bu işleri diyorum size de.


Son olarak da kardeş gibi yakın büyüdüğüm kuzenimin dünya tatlısı kızı Zeynep Naz dünyaya geldi salı sabahı saat 09:30'da.Ben de bir miktar dayı oldum.Küçük,güzel kızıma uzun ve mutlu bir ömür diliyorum.

1 Haziran 2009 Pazartesi

Bravo Size..!

Ülker'in Magnum muadili dondurması Bravo'nun reklam filminde birbirinden güzel kadınlar,üstlerinde şıkır şıkır gece kıyafetleri,sağda solda onlara hayran hayran bakan adamların arasında,Liz Hurley'e nazire yaparcasına yalayıp yutuyorlar 250gr'lık devasa dondurmayı.

Evine Ülker marka ürün sokmayan milyonlarca Atatürkçü,milliyetçi,cumhuriyet sevdalısı insan neden yıllardır kendi çaplarında bu markayı sessizce protesto ediyorlar.

Ülker muhafa
zakar sağ görüşün finansörü değil mi?
Bu tandan
sın temsil edildiği partilere yakınlığıyla ünlü değil mi?
Sabri Ülker,
ki şimdi hasta yatağında,yıllarca o çember sakalıyla az mı girip çıktı tarikatçıların,şeyhlerin huzuruna.
O kadar zaman savunduğunuz milli görüş,nasıl bir değişime uğradı ki,şimdilerde para uğruna,ciro uğruna,rekabet uğruna,yıllarca kötüleyip bok attığınız adamların taktiğini izleyip yalattınız Bravo'yu o hatunlara?