30 Nisan 2009 Perşembe

Invaders in Maslak..!

Maslak plazalar bölgesi.
Bazıları için kurtarılmış bölge sayılabilecek,takım elbise ve yüksek topuklu ayakkabının belki de en yoğun yaşandığı yerlerden biri.
Öğlen saat 12:46.
İşgalci birlikler konuşlandıkları gölgelikten etrafı kolaçan ediyorlar.
Duruşlarından,Esenler otogar bölgesinden oldukları anlaşılıyor.
Ellerinde sigara,ayaklarında Çetinkaya'dan alındığını tahmin ettiğim kösele ayakkabılar,çoraplar bilek hizzasına düşmüş,kadife ve kot pantolon üzeri uyumsuz ceket,içi boğazlı kazak.


Bu tabloyu gördükten sonra,Nero personeli tarafından tutkuyla hazırlanmış ve benim beğenime sunulmuş double espresso'mu yudumlarken dudaklarımdan dökülen yegane cümle "What the fuck r u doin' man?"oldu.

26 Nisan 2009 Pazar

Kediyle Aşık Atarsan Böyle Olur..!

Bizim binanın içinde,daire kapılarının olduğu bölümlerde motion sensor'lü ışıklar var.Tasarruf amacıyla bunları taktırmışlar ki,ışığın süresi uzundu,kısaydı diye binbir kavga dövüş yaşanmıştır vakti zamanında.

Geçen akşam iş dönüşü merdivenleri çıkarken,komşunun kapısında bekleyen kara kedi beni görünce hızlı bir şekilde koşmaya başladı.Baktım sensor kara kedinin hareketini algılayamadı ve yanmadı.Ben de deneme amaçlı,sensor'ün altından çok ama çok çok yavaş geçmeyi denedim,bakalım aldatabilecek miyim diye.Olmadı tabi ki.Çat diye yandı.Ya gerektiği kadar yavaş değildim yada üstümdeki renkler kedinin tüylerinin ona sağladığı doğal kamuflaj kadar etkili değildi.

Ama pes etmeye niyetim yoktu.

Geçen gece,baştan aşağı çektim siyahları ve gecenin 3'ünde attım kendimi binanın içine.İşim gücüm yok,uyku da tutmamış nelerle uğraşıyorum.Amacım giriş katına kadar sensor'lere yakalanmadan inebilmek.(tabi bu salak oyunda son zamanlarda ps3'te oynadığım metal gear solid 4'ünde etkisi var sanırım)

Daha ilk sensor'de yakalandım.Ama hiç sinirimi bozmadan aynı azim ve daha da yavaşlatılmış hareketlerle alt kattaki bir sonraki sensor'e doğru ilerlemeye başladım.

Bu sefer başaracaktım sanki,sensor'un tam altına kadar unnoticed geldim.Bu sırada kapısının önünde durduğum dul teyzenin (ki beni tanır ve sever,ne zaman rastlasa halimi hatırımı sorar,her sene kocasının ölüm yıldönümünde helva kavurup kapı kapı servis yapar) kapısından anahtar tıkırtıları gelmeye başladı.Herhalde kapıyı kitliyor yatacak derken,şak diye teyze elinde çöp torbasıyla kapıda belirdi.

Işığın yanmasıyla,kadının "Hiiiaaaaahhh..!" tadında bir sesle kendini geriye doğru atması bir oldu."Münevver teyze benim puffy,korkma korkma.."nafile.Kadının aklı başından gitti.Onun yerine koydum kendimi,ben bu yaşımda erkek halimle korkardım herhalde.

Meraklıdır da Münevver teyze."Dur su içip gelicem,allah canını almasın,kalbime inecekti,bekle gitme bir yere" dedi ve gerçekten de suyunu içip geri geldi.

"Evladım deli misin,divane misin,napıyorsun gecenin köründe binanın içinde hırsız gibi?"

Şimdi anlatsan bir türlü,anlatmasan bir türlü.Aniden aklıma gelen senaryoyu yazdım,yönettim ,oynadım.Hem münevver teyzenin içini rahatlattım,hem de bundan sonra binada sorumluluk sahibi,cesur bir adam olarak anılmamı sağlayacak repliğimi söyledim.

"Bahçede arabaların arasında gezinen bir adam gördüm,hırsız olabileceğinden şüphelendim.Ben de karaları giyindim sinsi sinsi onu enselemeye gidiyorum Münevver teyze" dedim.
Tabi ardından yaklaşık yarım saat,Münevver teyze camda,ben bahçede mal gibi gezinip sözde hırsız aramakla geçti.

Fıstıklı Baklava..!

Buradan,başta Sn.Michel Platini olmak üzere,dünya futbolunu yönetenlere sesleniyorum.

Gol attıktan sonra forma çıkartan futbolcuya sarı kart gösterilmesi uygulamasını bir an evvel kadırın.
Adamlar o kadar çalışmış,yapmış.Bu kaslarını gösterebilecekleri tek yer,tüm dünyada milyonlarca kişi tarafından izlenen maçlar.Bunu da alırsanız ellerinden "nasıl olsa para var,istediğim hatunu götürürüm
"diyerek hepsi göt göbek bağlayacak yakında.

Ayrıca tür
k erkeği,baklava karın konusunda genetik olarak özürlü ve ne kadar uğraşırsa uğraşsın istediği kıvama gelemeyecek olmasından kaynaklı,kadınlarımızın,kızlarımızın yaşadığı bu göz zevki mahrumeyitini ortadan kaldırmak için bu revizyon mutlaka gerekli.

Allah aşkınıza yaaa,baklava karın göremeden menopoza giren kadın var ülkemizde.

Üstelik böylece sevgililerimizi,eşlerimizi ekran başına da daha rahat çekebiliriz.
Türkiye Futbol Federasyonu bu işe öncülük etsin,kulüpler birliği yarın sabahtan tezi yok toplansın.Zaman çalışma zamanıdır.Görev sizi çağırıyor.

24 Nisan 2009 Cuma

Öptüm Üstüme Kaldı..!

Kış bitiyor.Diziler yavaş yavaş tatile girmeye başlar.Bazıları yazlık mekanlara taşınır devam eder,izleyici kitlesini yitirme korkusu yaşamayan daha sağlam ratingleri olanlar eylül'e kadar çekilir ekrandan.
Hatta kanalların yaz dönemi için hazırlattıkları kısa soluklu dizilerin fragmanları da yakında dönmeye başlar.

Ama esas konumuz bu değil.

Bu dizilerde bir öpüşme sahnesi oldu mu,hemen yer yerinden oynuyor.Aman işte bilmemkimin sevgilisi bu sahneler için ne demiş,berikinin erkek arkadaşı evi terketmiş.Dizi setinde aşık olmuşlar falan filan.

Açıklamalar hep aynı.Yok ben profesyonelim,yok birşey hissetmiyorum,gerekirse soyunurum,sevişirim.Bazısı işi daha farklı bir boyut taşıyıp partnerinin çok güzel öpüştüğüne kadar götürebiliyor.Muhtemelen de jön arkadaşa akşamına veriyor.

Bu öpüşme sahnelerinin kahramanlarını,gece klüplerinden ayrı ayrı çıkarken görmemiz de çok uzun sürmüyor.Kamera önünde öpüşen 10 çiftin 5'i için geçerli bu.

Ya ne alaka?O adam da yıllardır ortada,sen de.Aşk yaşamak için neden beklersiniz senaristin kalemini.Yada senaryo icabı öptüğün adamla aşk yaşayınca dizinin seyircisi mi artar?

Bir de öyle diziler var ki,kim kimi düdüklüyor belli değil.Allah muhafaza bunlar da dizide öpüştükleri insanlarla aşk yaşamaya kalksalar,toptan yozlaşma.Kim kime dum duma.

I Want To Break-In Sometime..!

Köşk, 1901 yılında, Cemil Paşa (Topuzlu) tarafından mimar Vallaury'e yaptırılmıştı. Bu yüzden uzun yıllar "Cemil Topuzlu Paşa Köşkü" diye bilindi. 30 dönümlük bir arazi içerisine, art nouveau tarzında inşa edilmişti.

O kadar güzel ve bakımlıydı ki, sonunda şöhreti devrin sadrazamı Gazi Ahmet Muhtar Paşa'ya kadar ulaştı. Sadraz
am'ın köşkü Feneryolu'ndaydı. Bir keresinde yolunu düşürmüş, Çiftehavuzlar'daki köşkün önünden geçmişti. Gördüğü güzellik karşısında mest olmuştu. Köşk pırıl pırıldı ve bahçesi de en az köşk kadar görkemliydi.

Cemil Topuzlu Paşa, bu köşkte 1931 yılına kadar yaşamıştı. Bu tarihte bir albayla evlendirdiği kızı ve damadıyla arasında sürtü
şmeler başlamış, paşa da köşkü Mehmet Hayri İpar'a satarak Çiftehavuzlar semtinden ayrılmıştı. İparlar için bu aile tarihlerinde bir dönüm noktasıydı. Köşkün alınmasından sonra aile, İstanbul sosyetesi tarafından kabul görmüştü. Daha öncesinde İparlar'a zengin ama taşralı muamelesi yapılıyordu. Çiftehavuzlar ve çevresi yazları İstanbul'un kalburüstü ailelerinin yaşadığı semtti.

1931 yılından iti
baren İpar Köşkü olarak adlandırılacak bu yapı yine bu ailenin en renkli zamanlarının da tek tanığı olacaktı. Mehmet Hayri İpar'ın karısı Emine Tevhide İpar, Çiftehavuzlar'daki köşkte çok sık yemekli, danslı davetler vermeye başlamıştı. Bu davetlerin görkemi tüm gazetelerin dedikodu sayfalarında sütun sütun haber oluyordu.
Aile Kışları Mısır Hıdivi Abbas Halim Paşa'nın, mimar Hovsep Az
navuryan'a yaptırdığı Mısır Apartmanı'nda oturuyor, yazları köşke taşınıyordu. Kış aylarının büyük kısmı Uludağ'da veya İsviçre Alpleri'nde geçiyordu. Bu rüya gibi hayat on yıllar boyunca devam etti.

Ta ki Mehmet Hayri-Tevhide Emine İpar çiftinin oğlu Ali İpar, babasının yerine işlerin başına geçene değin. Ali İpar da babası gibi devlet ricaline yakındı. Özell
ikle Demokrat Parti ileri gelenleri tarafından çok seviliyordu. Ali İpar, Başbakan Adnan Menderes'e de yakın bir isimdi ve yapacağı bir iş sırasında bu yakınlığı kullandı.

İpar, gemi taşımacılığı yapmak istiyordu. Bunun için de oldukça büyük tonajlı beş gemi siparişi vermişti. Gemilerin teslim zamanı geldiğinde, döviz bulmakta zorlanmıştı. Bunun üzerine Başbakan Adnan Menderes devreye girdi ve Ali İpar'a döviz tahsis edilmesini sağladı. Gemiler birer birer teslim ediliyordu. Ancak tam bu sırada 27 Mayıs darbesi oldu. Devlet Ali İpar'ın gemilerine, İpar Transport şirketine el koydu. Ali İpar tutuklandı ve Yassıada'da yargılandı. Gemiler uzun süre bakımsız, boş kaldı ve yıllar sonra çekildikleri Haliç'ten jilet olmak için götürüldü.

Ali İpar madden ve manen çökmüştü. Bu yüzden hapisten çıktıktan sonra, yurtdışında yaşamaya karar verdi ve Türkiye'yi terk etti. İşte İparlar'ın düşüşü de böyle başladı. Hem servetleri eriyor, hem de aile fertleri birer birer ölüyordu. Aile en sonunda mülkleri paylaşmaya karar verdi. Mehmet Hayri-Tevhide Emine İpar çiftinin altı çocuğu olmuştu. Servet paylaşımı kararı alındığında Tevhide Emine İpar, Ali İpar, Muazzez Menteş ve Selma İpar sağdı. İstanbul'un dört bir yanına dağılmış köşk ve konaklar sorunsuz bir şekilde birer birer elden çıkarıldı. Ancak iş ne zaman ki Çiftehavuzlar'daki İpar köşküne geldi. İşte o zaman kıyamet koptu.
Annelerine "deli" dediler
.

Bu köşk 1979 yılında satılığa çıkarılacak ve tek talip olarak Banker Kastelli adıyla ün salan Cevher Özden tarafından satın alınacaktı. Fakat bu satış basına yansıyacak şekilde son derece gürültülü olacaktı. Aile dolandırıldığını iddia edecek, Banker Kastelli ise "Köşk benim" diyecekti.

Mehmet Hayri İpar'ın eşi Emine Tevhide İpar, satış için en küçük kızı Selma İpar'a noterden bir yetki belgesi vermişti. Cevher Özden ile İparlar arasında 14 Ekim 1979'da köşkün 150 milyon lira karşılığında devri konusunda anlaşmaya varılmıştı. Selma İpar yetkisini kullanacaktı ama satış için Emine Tevhide İpar'ın mümeyyiz olduğunun "hükümet tabibi"nce onaylanması isteniyordu.

9 Ocak 1980'de bu da yapıldı. Böylece 15 Ocak 1980'de Emine Tevhide İpar noter huzurunda Cevher Özden adına satış vaadini yaptı. Fakat İpar ailesinin diğer fertleri 1 Kasım 1980'de Cevher Özden aleyhine bir dava açarak köşk için ödenen 150 milyon liranın az olduğunu savundular. Aile davaya eski avukatları Hüsamettin Cindoruk'un yerine avukat Mahmut Kefeli'nin bakmasını istiyordu. Cevher Özden ile Mahmut Kefeli, 21 Kasım 1980'de yeni bir protokol imzaladı. Aile, isterse Banker Kastelli'nin köşk için verdiği parayı ve yaptığı masrafları ödeyerek, köşkü geri alabilecekti. Aksi halde mülkten vazgeçmeleri gerekecekti.

Bu sürtüşmeli satış Emine Tevhide İpar'ın ikna edilmesiyle 5 Temmuz 1981'de tatlıya bağlandı ve evin tahliyesi için iki aylık süre tanındı İparlar'a. Fakat Selma İpar, yalnızca bir gün sonra mahkemeye başvurarak annesi Emine Tevhide İpar'ın "deli" olduğuna dair karar alınması için yeni bir dava açtı. Emine Tevhide İpar, zorla Bakırköy Akıl Hastanesi'ne yatırıldı ve "deli raporu" alındı. Annesinin başına gelenleri öğrenen abla Muzaffer Menteş karşı bir dava açarak işi içinden çıkılmaz bir hale soktu. Bunun üzerine mahkeme yetkisizlik kararı aldı, bunu temyiz de onaylayınca muhteşem "İpar Köşkü" Cevher Özden'in malı oldu.

23 Nisan 2009 Perşembe

That's The Way aha-aha I Like It..!

Rare Pink Dolphin Seen in Louisiana Lake..!


Sanal Toplumsal Huzura Doğru..!

2001 yılındaki krizden (büyük çöküş) beri ülke ve dünya ilk defa böyle kapsamlı ve şiddetli bir ekonomik çöküntüyle karşı karşıya kaldı.İşyerleri,fabrikalar kapandı,insanlar işsiz kaldı,gelirler düştü,tl değer kaybetti vs.vs.

Şimdi düşünüyorum,hatta düşünmekle kalmıyorum.O yıllarda gazetelerde ve haber bültenlerinde çıkan haberlere şöyle bir göz attım.
Çok değil 8 yıl öncesi.Başlıklar hep işsizlikten ve parasızlıktan cinnet geçirip,eşini,çocuklarını katleden adamlarla,hırsızlık ve cinayetlerle,kapkaç haberleriyle dolu.
Krizse kriz.Aynı işsizlik,aynı açlık ve çaresizlik şimdi de sözkonusu.Ya artık kimse cinnet geçirmiyor,yada 2001 yılında ağzı yanan dar gelirli vatandaş o günden bu yana tasarruf yaptığı için bu krizi daha kolay atlatıyor.Sokaklarda eskisi kadar kapkaç yok.Kimse eskisi kadar adam öldürmeye niyetli değil.Koskoca ülkede kriz kaynaklı borçlarını ödeyemediği için kendini öldüren tek bir adama ait haber okudum yanılmıyorsam.

Yanlış anlaşılmasın.
Bu tarz olaylarla karşılaşmaktan mutluluk duyduğumu yada vahşi bir zevk aldığımı sanmayın.Ben de istemem kötülükler hakim olsun topluma.Ama ya bunların hepsi yalansa.Ya herşey aynen devam ediyor ve hatta daha da kötüye gidiyorsa.Yayın organları üzerinden alabileceğimiz gelişmeleri ve haberleri,süzgeçten geçirilmiş şekilde alıyorsak.

Ya"Ergenekon" denen yeni model "kitlesel uyutma silahı" bir kısmımızı vurmuş,geri kalanları hedef almışsa?
Ya Aragones "N'olacak bu Fener'in hali ?"repliği tekrar zihinlerde yer etsin diye getirilmişse?
Ya Sarkozy,icraatlarından çok,özel hayatı ile ilgilenilsin ve gerisi örtbas edilsin diye evlendiyse Carla Bruni'yle?
Ya Ermenistan ve Türkiye'nin elemelerde eşleşmesi tesadüf değil de,danışıklı dövüşse?
Ve bunun gibi binlerce soru işareti.

Benim kafam çok karışık.Aynen olması gerektiği gibi yani.Kalabalıktan ayrı durmaya çalışsak da,kenara köşeye kaçsak da,kalabalık bizim üstümüze geliyor.Bir yerden yakalayamadığını,başka yerden yakalıyor,ama eninde sonunda bir şekilde yakalıyor.

19 Nisan 2009 Pazar

Miss Müge'nin Tasarruf Anlayışı..!

Geçenlerde konuşuyorduk Müge'yle.
Son zamanlarda harcadığı paraya dikkat ettiğinden,tasarrufçu bir yapıya büründüğünden bahsetti.Bakınız aramızdaki bu mikro ekonomik sohbet nasıl gelişti:

Miss Müge:Ben artık gereksiz şeylere paralar harcamıyorum,ekonomi yapıyorum,tasarruflu kadınım ayol.

Puffy
:Sen?Tasarruf?Allahaşkına nasıl yapıyorsun onu bi anlatsana?

Miss Müge
:Aaaa niye öyle diosun,yapıyorum tabi.Mesela dışarı çıktığım bir gecenin sabahında bakıyorum cüzdanıma,200 lira harcamışım.Kendi kendime diyorum"Bak dün gece çok para harcamışım"diye.

Bu sohbetin ardından yıllar yılı tasarruf diye yaptığım şeyin aslında bambaşka birşey olduğunu ve neden para biriktiremediğimi anladım.

16 Nisan 2009 Perşembe

Evlerden Irak..!

Saat sabah 07:44.
Ofise giderken Seyrantepe civarında bu görüntüye rastladım.Adeta fizik kurallarını altüst etmiş şöför arkadaş.
Sabahın o saatinde,o yoğun trafiğin içinde nasıl geldi,nasıl vurduysa,bu şekilde son vermiş yolculuğuna.

Ben geçerken,aracın içinden insanları yeni çıkartmışlardı.
Kızcağızın biri kafasını ovuşturarak ağlıyordu.Ama ortada hiç kan yoktu.Anlaşılan emniyet kemerleri takılıymış.Gazetelerde de rastlamadım.Demek ki ölen olmamış.
Ucuz atlatılmış gerçekten.
Evlerden ırak..!

Pride Of Black..!

Mexico City 1968.
Yaz Olimpiyatları.
200 metre finalinde birinciliği kazanan Tommie Smith, üçüncülüğü kazanan John Carlos ve son metrelerde bu ikilinin arasına girmeyi başaran Peter Norman podyumda.

Afrikalı atletler bir çift eldiveni paylaşmış,ayakları çıplak,Smith'in sağ,Carlos'un sol yumruğu havada.

Norman'ın göğsünde ezilen ve ikinci sınıf insan muamelesi gören siyahi ırkın sessiz isyanına destek veren OPHR (olympic project for human rights) badge'i var.

Sonrasında 3 atletin
de spor kariyerlerini sona erdirecek bu olay belki de en çok Avustralya'lı bir beyaz olan Norman'ın başını ağrıttı.Yıllar süren ölüm tehditleri ve tacizler hayatını zindana çevirdi.Bu olayın ardından Avustralya hükümeti 1972 Olimpiyatlarına hiçbir atletini göndermedi.

Ve yıllar sonra bu üçlü Norman'ın cenaze töreni için tekrar biraraya geldi.Geçen 41 yılda çok şey değişti.O günden bu yana birçok siyahi atlet o podyumda hep tepelerde yer aldı.
Ezilen,sıkılan,zor şartlar altında kendilerine bir varoluş aracı olarak sporu seçen bu ırk,herşeye rağmen kendini kabul ettirdi ve hatta dünyaya hükmeden insanlar arasına bile girdi.
Ve bu iki atlet,spor kariyeri ve hatta belki de hayatı uğruna,inandığı,saygı
duyduğu insanlara ve halklarına destek vermek için giriştiği bu eylem için,onu omuzlarında taşıyarak teşekkür ettiler.

Ev Media Markt'a Döndü..!

Ev ahalisinin teknolojiye yatırdığı para dağları aştı.
Şu an itibariyle evde:
4 adet televizyon,
3 adet digiturk receiver,
2 adet dvd player,
1 adet pc,
2 adet laptop,
2 adet müzik seti
4 adet cep telefonu
2 adet blackberry ve
1 adet ps3 var.

Bir ara,yoğun şekilde elektronik alet kullanmanın insan sağlığı üzerinde olumsuz etkileri olduğuna dair birşeyler okumuştum.Eğer doğruysa,bizim belimiz doğrulmaz.

9 Nisan 2009 Perşembe

Kadına Kurulan Tezgaha , Dur Demeye Geldim..!

Bir kadınla birlikte alışveriş yapmak gerçekten çok zor.Zaten bir kadının alışveriş yapması başlı başına zor.

Bugün anladım kadınların neden giyime bu kadar para harcadıklarını.Çünkü erkeklerin giyimi gibi değil kadının giyimi.Gidersin bir takım alırsın,evdeki gömleklerin ve kravatlarınla giyebilirsin.Veya bir çift ayakkabı alırsın,neredeyse tüm takımlarının altına giyebilirsin.

Ve şimdi;
Alışverişin bir kadın hastalığı olduğuna dair tüm teorilere inat,gerçekleri açıklıyorum.

Kadınlara karşı bu kadar hoşgörülü değil tekstil endüstrisi.Beğendikleri yada aldıkları şey ne olursa olsun,tek başına hiçbir işe yaramıyor.Mutlaka yanında bir veya birkaç şey daha almak zorundalar.
Bu onların kaderi.
Sistem böyle kurulmuş ama kimse bunun farkında değil.

Mağazanın herhangi bir rafında yada askısında bir şey beğendiğinde (farz edelim siyah bir tunik) etrafına bakın ve 360 derece'lik bir dönüş yap.Dikkatini topla ve konsantre ol.Ne görüyorsun?

Çok doğru.Elini uzatıp dokunabileceğin mesafede ve elindeki tunikle kombinlenebilecek en azından 2 parça şey daha.Bu testi yapmak için,gitmiştin mağazaya,ama bak aldın çıktın 3 parçayı çoktan.Yani,şuur,diğer parçaları gördüğün anda yok oldu.Halbuki az evvel teorimi deniyordun.
Şimdi geldi aklın başına ama kredi kartında ödenecek 5 taksidin daha oldu.

Ama üzülme senin suçun yok.Bütün suç üstün pazarlama teknikleri sahibi planogramcılarda.
Hadi iyi alışverişler :)))

7 Nisan 2009 Salı

What's The Matter With You People..?

Son zamanlarda etrafımdaki herkes,bir çeşit bulaşıcı hastalığa yakalanmış gibi.Hepsinde benzer semptomlar.Kimse yaşadığı hayattan memnun değil.
Herkes,elinde olmayan şeylerin,kendisini ne kadar mutsuz ettiği ile ilgili yakınmalar içinde.Kimse,yaz mevsiminin geliyor olmasından kaynaklı huzuru ve heyecanı doyasıya yaşayamıyor.Çünkü sahip olduklarının tadını çıkartmaktan ziyade,sahip olmadıkları şeylerin eksikliğinin daha ağır bastığı kanaatindeler.

O kadar çok şeyi birarada istiyorlar ki inanamıyorum.Hadi geçtim ülkeyi,sanki dünyadaki herkes hayalini kurduğu hayatı yaşıyor da bir onlar kırık düşler sokağında,giriş katında kirada kalmış.

Desem ki,mevsimsel değişimler kanlarını kaynatıyor,beklentileri tavan yaptı ve tatminsizlik bu yüzden doruklarda,o da değil.Çünkü ben bunların güzünü,kışına da bilirim.Melankoli onbeş günde bir uğrar,depresyon hep dürter mutluluğun yakınlaştığı zamanlarda.Ve o kadar alışırlar ki bu duruma bir süre sonra,mutluluğun,huzurun hiç varolmadığına inanmaya başlarlar.

Küçük şeylerle yetinebildiğim için her daim mutlu sayarım kendimi.Herkes kadar benim de derdim,sıkıntım,beklentim vardır hayatta ama,elimdekinin değerini de bilirim.
Ve onlar da benim gibi olsun isterim.Çünkü hepsini severim ve mutlu olsunlar isterim.

Hey bak buraya,
Artık kendinize gelin.
Sıcak bir haftasonu,iki kadeh rakı,ertesi sabah doğan güneş ve güzel bir kahvaltı bile yeter yaşadığını hissetmen için.
Serin bir haftasonunda,bir kadeh rakıya talim ve yağmurlu bir sabaha uyanmak da var bu hayatta.

Kararlıyım,
Siz beni kendinize benzetmeden,ben sizi kendime benzeteceğim..!

6 Nisan 2009 Pazartesi

Barrrrack Geliyor....Herkes evine..!

Yıllar önce,bugünün temellerini atan Martin Luther King'e ve oylarını esirgemeyen Amerikan halkına,

Ayağına üşenmeyip Türkiye ziyareti planlayan,çiçeği burnunda United States Of America President'ı Barack Obama'ya,


Her işte olduğu gibi,konuk ağırlamayı da abartan ve orta
lığı velveleye veren devlet büyüklerime,

Güvenlik endişesiyle,gerekirse şehri kapatırız açıklaması yapan İstanbul Emniyet Müdürü'me ve İstanbul Vali'sine,

Evlerimize nasıl gideceğiz dırdırıyla sabahtan beri insan kaynakları departmanının beynini yiyen pek dengesiz mesai arkadaşlarıma
ve çalışanlarının rahatını herşeyin üstünde tutarak saat 16:00'da mesai bitimi kararı alan çok değerli Comex mensuplarına teşekkürü bir borç bilirim.


Sağolun...Varolun...!

5 Nisan 2009 Pazar

Last Men Standing..!

Toplumun değer yargılarının,ilgi alanlarının ve tepkilerinin değişimini gözlemlemek,artık yaşlı sayılabilecek yaşların başında olduğumu anlatıyor bana.Ne zaman ki,"Bizim zamanımızda...." ile başlayan bir cümle kurmaya yeltenirsem ve cümlelerim eski türkçe,arapça ve farsça ihtiva etmeye başlarsa,o zaman da artık yaşlıyım demektir herhalde.

Kulağımı deldirdiğimde 16 yaşında bir lise talebesiydim.Yıllardan 95'e tekabül ediyor bu rakam.O dönemlerde sokakta gezerken,uzun saçlılar,küpeliler halkın çok ilgisini çekerdi.Herkes kafasını çevirir,gözünü diker bakardı bön bön,bu herif ne ayak diye.Kulağında küpe olan her adam,sokaktaki insanın gözünde,kuytularda inşaat işçilerine vurduran gay muamelesi görüyordu.Saçı uzun olanlar içinse,homoseksüel ama kestirmeye parası yok düşüncesi.

Birçok bıyıklının,o dönemde,otobüste,minibüste,dar kota,uzun saça aldanıp,dişi niyetine,saçlı sakallı adamları fortlamışlığı da vardır.İstiklal'de yürürken,3-5 metre gerideki magandadan laf yiyen birçok pure rockçı asi gence de rastlanmıştır.

Ben parıltılı ve dikkat çeken şeylere olan sevdam yüzünden kulağımı deldirmiş,fakat saçlarımı sırf otoriteye karşı gelme amacıyla uzatmıştım.Her pazartesi sabahı,okul girişinde saçlarını kestirmeye berbere,yada uzlaşmaya yanaşmıyorsa disipline gitmek için kenara ayrılan tayfaya mensup olmak hoşuma giderdi.Lise'den mezun olduğum gün de gidip kestirmiştim saçlarımı.

Bir de o zamanlar,90'ların vebası beyaz çorap salgını vardı.Siyah rugan ayakkabıların üstünden,koyu gri pantolonların altından,zenci dişi gibi parlayan o konçlar.Parıltılı şeylere olan sevdamı,bu salgına kapılmak yerine,Burlington'ın altın sarısı metal zımbasıyla tatmin ediyordum.
Cem Uzan'ın en palazlı olduğu dönemde,beyaz çorap giymekte ısrar edenleri işten çıkarttığına dair söylentiler bile çıkmıştı.Artık Ziraat Bankası veznedarlarında bile beyaz çorap yok ama hala bazı motokuryelerin ayağında görüyorum.Onları da yargılamıyor,gelenekselci olarak adlandırıyorum.

4 Nisan 2009 Cumartesi

(C)Esaretin Bedeli..!

İlk önceleri,bana çok uzak,kimseye pas vermeyen ve burnu havada bir kadın gibi gözükmüştü gözüme.Umursamaz bir tavrı ve sert bir duruşu vardı.Bu kadına nasıl yaklaşılır ki niye düşünmüştüm.Ama o kadar güzel ve çekiciydi ki,bir şekilde konuşmam,hayatının o an için tahmin bile edemeyeceğim fakat şimdileri çok keyif aldığım bir kısmına dahil olmam gerekiyordu.Ve oldum da.

Birbirimizi anlamamız çok kolay oldu.Ama tanımamız zor.Her yönüyle benden daha olgun olduğu aşikardı.Hayata bakışı,yaşam tarzı bugüne kadar tanık olmadığım kadar acımasızdı.Keskin çizgileri ve olmazsa olmazları vardı.Tutarsız ve ürkek bir tarafı da vardı,ama bunu insanların görmesinden ve farketmesinden hiç hoşlanmazdı.Herkesten farklı bir şeyleri vardı.Ve ben bunları çözmeye çalışmaktansa,yaşamayı tercih ettim.Ve hiç de pişman değilim.

Kendimi hazırcevap ve kıvrak zekalı sanırdım.Ve bir kadının bu kadar zeki,kültürlü ve eğlenceli olabileceği aklıma gelmezdi ama olabiliyormuş.Bencil ve duyarsız olduğu zamanlarda bile çok çekici ve tatlıydı.O yüzden beni uzak tutmak ve kurtulmak istediği zamanlarda bile vazgeçmedim ondan.Vazgeçemedim.O da,bunu ileride bana karşı kullanmayacak kadar alçakgönüllü olduğunu gösterdi.

Şimdileri çok alıştım ona.Yanında rahat ve huzurlu hissediyorum kendimi.İlişkinin olmazsa olmazı bunlarsa,ben buna sahibim.

İçinde her daim barındırdığı küçük yaramaz kızı,gözlerini çevire çevire kafasından bir şeyler geçirmesini,sinirlenip gözünün kararmasını,tabanlarını vura vura yürüyüp gitmesini,ince uzun parmaklarını,topuklu ayakkabılarını,keyifle yemek yemesini ve soya sütü sevdasını kalbimin çok hassas bir yerine koydum,orda saklıyorum.

Cesaretimin bedeli,hayatımın en güzel esareti oldu.
Zor olanı ona aşık olmamaktı.....Ben kolayını seçtim..!

Abdülhey ve Mohinder'dan olma Ömer Çelakıl..!


Bir adam,anca bu kadar soyadına yakışır işler yapabilir..!

1 Nisan 2009 Çarşamba

Detaylı Program Yapma Hastalığım Darlarmış Meğer Sevdiceğimi..!

Sabah 9 gibi kalkarız.Güzel bir kahvaltı yaparız.Haşlanmış yumurta,beyaz peynir,kızarmış ekmek falan.Sonra sen çıkmana yakın ararsın beni,zaten benim evim yakın Kadıköy'e.İskelede buluşuruz.Ama o tiyatronun ordakinde,öbür tarafa gitme şaşırıp.

Bineriz vapura,ooooh böyle püfür püfür,çay falan içeriz istersen,yada portakal suyu alırız sana,sen seversin.

Karaköy'den tünele atlar çıkarız İstiklal'e.Vitrinlere falan bakarız biraz.Sen Mango'ya bakarsın,Body shop falan.Öyle tırıs tırıs gezeriz,hava da güzel.

Öğlen acıkınca kokoreç falan yeriz.Yada dur şimdiden karar vermeyelim.O saatte canımız ne isterse onu yeriz.Sinemaya da gidebiliriz ama ben sevmiyorum güzel havada sinemaya kapanmayı.Yağmurlu birgüne bırakalım biz o işi en iyisi.

Akşam da Asmalımescit'e gideriz.Şahane rakı sofrası,muhabbet falan.İçeriz bir güzel oooh.Ordan Sefahat yaparız.Neydi o barmaid'in adı unuttum bize mojito yapar yada cosmo tabi kafana göre.Müzik dinleriz biraz da.

(Çok yakın zamanda,kendi kaşınmam sonrası sevdiceğim buna benzer bir demecimi hatırlattı bana.Gerçekten de böyle yapmışsam fenaymış.Sevdiceğim iyi dayanmış.Ben yazarken daraldım.)

Manchester vs. Sivas..!